"Şair Dolu Şiir Yok" söylemi üzerine bir anı

"Şair Dolu Şiir Yok" söylemi üzerine bir anı

Mahir Ünal''ın Türkçemiz ve alfabemiz üzerine yarattığı tartışma, böyle çıkışların ilk olmadığı yer yer benzer çıkışların kimilerince yapıldığını anımsatmaktadır. Bunlardan biri de benim anılarım arasındadır. 

Trabzon''da yayımlanan KIYI dergisinin Ağustos 1969''daki  4. Sayısında rahmetli Mehmet Çınarlı''nın HİSAR dergisinin Ağustos sayısındaki "Şairler ve Şiirciler" adlı yazısı üzerine bazı yazılarımda kullandığım "Erkut Eren" takma adımla "Çınar Devirmek" başlığı ile yazdığım yazıyı anımsadım. Arşivimden iki sayı süren yazımı buldum. Bazı bölümlerini aktaryorum.

" .... Çınarlı, ''Şaire ozan diyorlar'' deyip çocukluğunda ezberlediği ''Şair dolu ozan yok'' dizesinin anlamı kalmayacağını söylüyor. Çınarlı, çocukluğunda böyle bir dize ezberledi diye aynı kavramı karşılayan Türkçe  ''Ozan'' ile Arapça ''Şair'' sözcüğü arasında kavram farkı olduğunu mu ileri sürelim?  Sözcüklerden birini kullanıp çelişkiye düşmemek için de Çınarlı gibi aynı kavramı karşılayan bu sözcüklerin yerine ''şiirci'' gibi yeni sözcükler mi türetelim?

''Yır'' sözcüğünün şiirle de, şairle de ilgisi olmadığını ileri süren Çınarlı ne derece doğru söylüyor acaba? Rahmetli R. Rahmeti Arat''ın ''Eski Türk Şiiri'' adlı kitabında ''yır'' üstüne yaptığı açıklamayı okumamış mı? Yoksa inanmıyor mu Arat''ın bilgisine?

Evet, Çınarlı''nın dediği gibi ''Şair yazma kabiliyeti yanında gerçekten söylenecek bir şeyi, kendisini rahatsız eden, söylemeden duramayacağı bir düşüncesi...'' olan kişidir. Peki son aylarda çıkan sanat dergilerinde yayımlanan şiirler, Çınarlı''nın deyimince  ''yüzlerce parça içinden birkaç güzel mısraı Eyüp Hazretlerinin sabrıyle arayıp bulmak ve cımbızla çekip çıkarmak...'' zorunda kalacağımız kadar kötü müdür? Çınarlı böyle derken niçin ad vermiyor? Neden genel konuşuyor?  Yayımlanan bunca şiirden cımbızla dize aramayı bize salık verirken,  F. H. Dağlarca, G. Akın, S. Karakoç, Y. B. Bakiler, T. İldeniz, A. İlhan, A. Arif, N. Cumalı, B. Necatigil vb. ozanları bir çırpıda karalayıp beğenmediğini belirttiğinin farkında mıdır acaba?

''Kimi herkesçe ortak olan sevgi gibi, özlem gibi, mutluluk veya mutsuzluk gibi duyguları, hiç bir özellik ve söyleyiş ustalığı gözetmeden satırlara dökmekle yetiniyor'' deyip  ''Tüm özlemlerim sana dönük'' dizesini kötüye örneksemede.  Biz hiç de o kanıda değiliz. Ozanların çoğu şiirlerinde biçim ve söyleyiş özelliği gösteriyorlar. Yok mu Dağlarca''nın, Attila İlhan''ın, Cemal Süreya''nın, Necati Cumalı''nın, Gülten Akın''ın, Sezai Karakoç''un şiirlerinde biçim ve söyleyiş özelliği?

Sanat dergilerinde yayımlanan şiirlerin okuyucuya söyleyecek, diyecek birşeyleri olmadığı, çoğunun herkesçe ortak duygular üzerine kurulduğunu ileri süren, aşk üstüne, ayrılık üstüne binlece şiir yazıldığını bilen yazanları yeren sayın Çınarlı niye sözü geçen temlerde şiirler yazıyor?

Sonra, ''Gerçek Hayali Aştı'' da eski biçime yeni şekil vermeye çalışan ozan ''Yeni şekil veya eski şekiller kurmakla uğraşan bir kimse şair olamaz.'' diyerek kendi varlığını ve ozanlığını yadsımakta.

Çınarlı''nın adı geçen yazısından şöyle bir sonuca varılabilir: Belli sayıda tem vardır, bu temler üstüne ilk kez şiir söyleyenler şair olur, gerisi olmaz. Yani ozanın söyleyiş biçimi, şairlik gücü önemli değil. Eğer bu yargı doğru ise biz ''Gerçek Hayali Aştı'' ozanını ozan sayamayacağız."

Bu yazının peşine Mehmet Çınarlı Hisar dergisinin Ekim 1969 tarihli sayısında ''Dereden Tepeden'' adlı yazısıyla hırçın bir cevap verip şahsıma ve dile sataşması sonucu  Kıyı dergisinin Aralık 1969 sayısında  ''ÇINAR DEVİRMEK 2'' başlığı ile yazdıklarımdan bir bölümü:

" .... Çınarlı, beni yanıtlamaktan yoksun bulunduğu için yazımın tümünü değil, salt iki tümcesini alıp okuyucunun düşüncesini başka yönlere çekmeye çalışıyor.....  Bir an için ben de ''Şair dolu ozan yok'' dizesine uyarak Çınarlı''ya hak vereceğim. Gerçekten de  ''ozan'' sözcüğünü her yerde  ''şair'' yerine kullanmamak gerekir. Çünkü ozan, Türk''çe  yaşayan, Türk''çe duyup düşünen, Türkçe söyleyen sanatçıdır. Halkın benliğinden kopup gelen duygu ve düşünceleri yine halkın diliyle söyleyen sanatçıdır. Yüzlerce yıl Arap''ın, Fars''ın göz kamaştırıcı değerlerini benimseyip kendisine yabancılaşmış bulunan bir toplumun, kendi kaynaklarına dönmesinin gereğine inanıldığı için adı geçen dizede ''Şair dolu ozan yok''" denmişti. Gerçekten şair, azınlığa hitap eden sanatçıyı (daha çok da divan şairini) anlatıyor. Giderek denmek isteniyor ki bize özgü değerleri anlatan şairdir. Örneğin Fuzulî şair, Karacaoğlan ozandır.  Buradan da giderek bu yargıyı Çınarlı Şair, Dağlarca ozandır biçiminde yineleyebiliriz.

Keşke ''Şair  dolu ozan yok'' dizesi yerine ''şiirci dolu şair yok'' diyen Çınarlı''nın yargısı gibi olsa.  Ozan olsa da şair olmasa. Adı geçen dizede ozan olmayışından yakınılıyordu, Çınarlı şair olmayışından yakınıyor. Üstelik şairle ozanın aynı şey olmadığını kanıtlamak isterken içeriğinde -yukarıda belirtilen incelikle birlikte- şairle ozanın aynı şey olduğunu anlatan  ''Şair dolu ozan yok''  dizesini örnek alarak büyük bir çelişkiye düşüyor.

Sayın Çınarlı, ''Şair söyleyecek bir şeyi olan adamdır'' buyuruyorlar. Peki öbür türlerde yapıt veren sanatçılar söyleyecek bir şeyi olan adamlar değiller mi? Her söyleyecek şeyi olan adama ozan mı diyeceğiz?  Şiir bir deyiş sanatıdır. Gerçi sanatta buluştan, yenilikten söz eder dururuz. Ancak, yenilik, duygu ve düşünceden çok bunların sunuluşundadır. Flaubert''in dediği gibi  ''biçimden doğar öz'' Önemli olan bir şey söylemek değil, söylenecek şeyi ''güzel söylemek''tir. Bir başka deyişle ''ne söylemek'' değil, ''nasıl söylemek''tir. Gerçekten de sanat  ''ne değil, nasıl meselesi''dir. Nitekim Şeyh Galip''in:

                ''Gehi zîr-i serde destî geh ayağı koltuğunda

                Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-i yâre düştü''   

dizeleriyle söylediğini Orhan Veli:

''Bir de rakı şişesinde balık olsam'' diyerek değişik bir biçimde yinelemiştir.

Emin Özdemir için de ''edebiyat dünyasında yeni görünmeye başlamıştır'' deyip genç olmayı, edebiyat dünyasında yeni görünmeyi suçmuş gibi niteliğe büründürüyor. Eğer edebiyat dünyasında çok eskiden görünmüş olmak her sorunu çözümleyebiliyor  ve yenilerin, eskileri olduğu gibi kabul etmelerini gerektiriyorsa ''Çınar Devirmek'' adlı yazımda da belirttiğim gibi, Reşit Rahmeti Arat''ın ''Eski Türk Şiiri''nde  ''yır'' üstüne yaptığı açıklamayı sayın Çınarlı''nın kabul etmesi, bundan dolayı da ''yır'' sözcüğünün şairle de şiirle de ilgisi olmadığını ileri sürmemesi gerekirdi.

Umarız ki Çınarlı, bu kez yüzeyden okumaz bizi. Okumaz da gözüne ilk çarpan bir iki tümcenin kızgınlığıyleverip veriştirerek yeni çınarlar devirmez. Yoksa bu gidişle ''Çınar Devirmek''li yazı dizimizin sonu gelmeyecek. Yapar mı dersiniz?...

Not: Hisar''ın bir sonraki sayısında sayın Çınarlı ''Yeni bir abes - muktedes meselesi açmak istemediğimden bu konuyu kapatıyorum'' demiştir.

1988 yılında  Eskişehir''de  Yunus Emre şiir yarışması nedeniyle düzenlenen ve benim birincilik ödülü aldığım törende karşılaştığımız Mehmet Çınarlı ile sohbet sırasında ekonomik sıkıntınız yokken Hisar dergisini niye kapattınız. Biz 1969-70''te çıkardığımız Kıyı dergisini parasızlıktan kapatmıştık deyince, ''Sahi sen o dergide yazıyordun. Orada Erkut Eren diye biri benimle ilgili iki yazı yazdı, dile çok hakimdi devam ettiremedim,  konuyu kapatmak zorunda kaldım'' dediğinde o bendim diyecekken birileri geldi.'' Diyemedim.

Yazarın Diğer Yazıları