Samsun'dan bir durak önce...

Atatürk'ün büyük Nutku şu sözlerle başlar:

"1919 yılı Mayısının 19. Günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyleydi:

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, 1. Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zayıf düşürülmüş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaşın devam ettiği uzun yıllar sonunda millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve ülkeyi 1. Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahideddin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruma altına alabilecek herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta..."

***

"Kaderimi Allah'tan sonra İngiltere'ye bıraktım" deyip, tahtını kurtarmak için ülkesini kurtarmak derdindeki vatanseverleri bertaraf etmek üzere "İngiliz altınıyla Hilafet Ordusu(!)" dahi kurabilecek kadar zavallılaşmış bir zihniyetin, aklına, fikrine, gönlüne, eline, ayağına, diline taktığı prangaları söküp atabilmiş; fertlerini "kul"luktan "vatandaşlığa" yükseltebilmiş bir millet nasıl oldu da yeniden o noktaya döndü tartışmayacağım ama döndü.

Bugün tam "o nokta"dayız; Mustafa Kemal'in, O'nu Bandırma Vapuru'na götürecek motoru beklediği Beşiktaş Vapur İskelesi'nde yani...

Tıpkı Vahideddin'in Mustafa Kemal'e "Paşa, paşa devleti kurtarabilirsin" derken aslında "Hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız İstanbul'a hâkim olanların/işgalcilerin siyasetine uymak" demek istediği gibi bir kurtuluş vadediyor iktidar sahipleri!

 "Kurtuluş" diye pazarladıkları esaretin daniskası!

***

 Ali Fuat Cebesoy, "Millî Mücadele Hatıraları"da, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmadan çok önce "Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır" kararına vardığını yazıyordu.

Milletin kendi hakkını kendisinin araması lazım gelen o noktadasınız bugün siz de...

Ve ne şanslısınız ki kimse bunun için "siper kazın", "silah kuşanın" demiyor size...

Oy verecek ve verdiğiniz oyu namusunuz sayıp koruyacaksınız sadece!

***

Mustafa Kemal, "Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim" diye anlatıyordu Anadolu'ya geçmeden önceki heyecanını...

Tam oradasınız işte...

Kafes açıldı, ya kanatlarınızı hürriyetinize, özgürlüklerinize, onurunuza, vicdanınıza çırpacaksınız ya da öğrenilmiş çaresizliğinize yenilip kısılıp kalacaksınız olduğunuz yerde/tutsak...

***

2011 seçimlerinde oy kullanan seçmen sayısı -küsuratsız yuvarlayarak- 50 milyondu; 2018'de 57 milyon!

Eğer dirilttikleri ölüler dahil değilse aşağı yukarı 7 milyon çok genç seçmen "oy kullanma" yani "memleketin kaderini değiştirme" hakkına sahip 24 Haziran'da; TBMM'de grubu bulunan kimi partilerin toplam oy sayısından fazla!

Ey o Türk Gençleri!

Atatürk, "Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek" görevi yüklemişti ya size;

Tam o görevi yerine getirmeniz gereken zamanda, görevi yerine getirmeniz gereken yerdesiniz!

Vazifeye atılmak için, içinde bulunacağınız vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksiniz!

Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir...

 Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir; kendinizi öz yurdunuzda garip, parya, öteki, marjinal, azınlık hissediyor olabilirsiniz...

İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler; gözünüzün içine baka baka Cumhuriyet değerleri çiğnenebilir, devletin kurucu ideolojisi ayaklar altına alınabilir, vatan toprağı teröriste terk edilebilir...

 Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler; kendilerini kurtarabilmek uğruna başka herkesi ateşe atabilirler, iftirayla yakabilirler, yargısız infaz edebilirler...

 Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir; "saray"dan bakınca görünmeyen ufacık insanlar misal 40 günlük bebekler soğuktan donarak, iki aylık bebekler yoksulluktan-açlıktan ölebilirler...

Daha önce de oldu...

Ve siz tam da orada, daha önce bütün "bu ahval ve şerait içinde dahi Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmak" üzere yola çıkanların olduğu yerdesiniz bugün;

Samsun'dan hemen önceki durakta...

Ya kanatlarınızı çırpacaksınız...

Ya da...

Allah muhafaza...

Yazarın Diğer Yazıları