Sessiz çoğunluk, gürültülü milliyetçilik: Ötekileştirmenin siyaseti
Türkiye, son yıllarda hem iç hem de dış dinamiklerle şekillenen karmaşık bir siyasi atmosfer içinde yaşıyor. Milyonlarca mültecinin ülkeye yerleşmesi, toplumsal dokuyu ve güvenliği tehdit eden bir unsur hâline gelmiş durumda. Ancak, bu büyük soruna dikkat çekmesi beklenen milliyetçi siyaset, mülteci krizini görmezden gelerek kendi varlığını sürdürebilmek için farklı bir strateji izliyor: Kutuplaştırma ve ötekileştirme.
Mültecilerin varlığı, Türkiye'nin demografik yapısını, sosyal dokusunu ve güvenliğini derinden etkileyen bir mesele hâline geldi. Bu insanlar, ekonomik kaynakların sınırlı olduğu, işsizlik oranlarının yüksek olduğu ve sosyal hizmetlerin yetersiz kaldığı bir ortamda, komşu sorunları yaşatıyor ve gettolaşarak gerilimler yaratıyor.
Mülteciler, bir yandan ekonomik yük oluştururken, diğer yandan toplumsal huzursuzluğun kaynağı hâline geliyor. Ancak, bu kriz yalnızca sosyo-ekonomik bir problem değil, aynı zamanda bir güvenlik sorunu olarak da karşımızda duruyor.
Tam bu noktada, mülteci krizine odaklanması beklenen milliyetçi siyaset, bu sorunu adeta yok sayıyor! Milliyetçi söylemler, "vatan", "millet" gibi kavramları içini boşaltırcasına, toplumu daha da ayrıştıran bir strateji izliyor.
Ancak, vatan ve millete adeta fitne çıkaran bu söylemler, mülteci sorununu neredeyse hiç dillendirmiyor. Bunun yerine, iç düşmanlar yaratılarak toplumun çeşitli kesimleri birbiriyle çatıştırılıyor.
Bu siyaset, gerçek sorunları görmezden gelerek, halkın dikkatini başka yönlere çekmeyi amaçlıyor. Mültecilerin yarattığı tehdit göz ardı edilirken, toplumun farklı kesimleri "hain", "bölücü" gibi etiketlerle damgalanıyor. Bu, yalnızca gerçek sorunları örtbas etmekle kalmıyor, aynı zamanda iktidarın kendi varlığını sürdürmesi için kullandığı etkili bir araç haline geliyor.
Ülkede bölücülüğün ve terör unsurlarının varlığı tartışılmaz. Ancak bölücülükle ve terörle mücadele devletin politikası olmalıdır! Ülkede herhangi bir sorun siyasetin aracı haline getirilmemesi gerekiyor.
Türkiye, bir yandan mülteci krizinin getirdiği zorluklarla yüzleşirken, diğer yandan bu krizi görmezden gelen milliyetçi siyasetin körlüğüyle karşı karşıya.
Bu iki tehdit, ülkenin geleceğini tehdit eden birer unsur olarak karşımıza çıkıyor. Mülteciler, ülkenin demografik yapısını ve toplumsal dengelerini sarsarken, milliyetçi siyaset bu krizi ele almayarak toplumun gerçek sorunlarını çözmekten kaçınıyor.
Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bu ikili tehdit, hem mülteci krizinin büyüklüğünü hem de milliyetçi siyasetin çözüm üretme kapasitesizliğini gözler önüne seriyor. Bu körlük, sadece ülkenin güvenliğini tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal huzurun da altını oyuyor.
Milliyetçisi milletinden uzaklaştıkça sorunları büyüyen millet, milliyetçilikten soğutulmaktadır!
Çiftçisi, işçisi, işvereni, memuru, emeklisi, öğrencisi, ev kadını, toplumun bütün kesimleri mutsuz…
Peki, gündem ne? Çoğunluğun sessizleştirilmesi(!) Milliyetçilerin kendilerinin hiçbir kademesinde görev almadıkları iktidarın uzaması!
Ne pahasına? Milyonlarca mülteci istilasına bile sessiz kalmak(!) ne pahasına?
Milliyetçilik nerede yapılır? Bilmiyorum!
Vatandaşın konuşmasından rahatsız olanlar “milliyetçilik” yapamazlar/yapmamalılar… Bildiğim bu!