Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

Emperyalist işgalden kurtuluşun bayramında kimi gazeteler/gazeteciler “dedelerinin izinde” Türk devleti, milleti ve ordusuna düşmanlığa devam ederken, onlar kendi dedelerinin izinden gitti ve kalemlerini Atatürk’ün kutlu emanetine siper etti... Hepsini aktaramasak da işte medyanın “Büyük Zafer”i kutlamaktan korkmayan isimlerinden bazıları...

 

Gelseniz de gelmeseniz de...

Atatürk, 30 Ağustos’taki büyük zaferden bir gün sonra savaş alanlarını dolaşır arkadaşlarıyla...
(...) Şehit askerlerin üzerinde nazlı nazlı dalgalanan bir Türk bayrağı dikkatini çeker Mustafa Kemal’in...
Komutanlarla birlikte oraya yürürler ve gördüğü şeye inanamaz Büyük Komutan... Bir Türk sancaktarı alnının tam ortasından vurulup düşmüştür toprağa ama elindeki bayrağı düşürmemek için yeminlidir adeta!
Taş gibi kasılmış olan sol kolu havada donup kalmıştır... Ve çelik gibi cansız parmaklarıyla, sımsıkı kavramıştır elindeki bayrak direğini...
Heyettekiler gözyaşlarını tutamaz, sessizce uzaklaşır oradan...
İki yıl sonra tam da o askerin düştüğü yere,  “şehit Mehmetçiğin taşıdığı bayrak”  anıtı dikilir Atatürk’ün emriyle...
Her ulusal bayramda mazeret belirterek törenlerden kaçan siyasetçi kardeşler; bu öyküyü neden anlattım size biliyor musunuz?
Bugün  “taşıyanın üzerine TOMA gönderdiğiniz, biber gazı sıktırdığınız”  o bayrağın asla toprağa düşmeyeceğini...
“Tabelalarda yer kalmadığı”  için valilik binalarından kazıdığınız TC harflerini, bu ülkenin adından söküp atmaya gücünüzün yetmeyeceğini bilmeniz için!
Aklınızın bir köşesine yazın:
Bu zaferleri kazanıp bize bugünleri yaşatan o adsız kahramanların iki büyük komutanına,  “iki ayyaş” demenize asla izin vermeyeceğiz! Anamızı, babamızı, kardeşimizi, çocuklarımızı biliyorsak... Özgürce nefes alabiliyorsak hâlâ... Tüm bunları, o  “meçhul askerlere” borçluyuz.
Bu yüzden gelseniz de gelmeseniz de...
Biz ölene kadar coşkuyla kutlayacağız bayramlarımızı!
Kısacası; biz, sizi çok iyi biliyoruz ve tanıyoruz beyler!
Kurtuluş Savaşı’nı karalayıp İngiliz mandası isteyen...
Yunan ajanlığı yapan...
Atatürk için ölüm fermanı çıkaran...
Düşmanla kol kola girip iyi paralar kazanan birileri vardı ya o günlerde...
Onlarla mücadeleden nasıl vazgeçmediyse dedelerimiz; onların torunlarıyız, bugün de biz direneceğiz...
Mustafa Mutlu/Vatan

 

+++

 

!

“Türk Ordusu’na karşı hukuk yoluyla bir darbe yapıldı, yüzlerce subay hapse atıldı, ordu susturuldu.”
Büyük Taarruz’un 91. yılında durum budur...
Melih Aşık/Milliyet

 

+++

 

30 Ağustos olmasaydı... 

Türkiye, Suriye olurdu! Mısır olurdu. Irak olurdu. Sudan olurdu. Lübnan olurdu. Mali olurdu. Filistin olurdu. Yemen olurdu. Tunus olurdu. Çad olurdu. Libya olurdu. Nijerya olurdu. İran olurdu. Suudi Arabistan, Afganistan, Bahreyn olurdu.
(...)
30 Ağustos olmasaydı.
Türkiye de bugün “din adına cihat ülkesi”  olacaktı. İktidarı ele geçirmiş olanlar kendisi dışındaki herkesi  “dinsiz-imansız-Allahsız ve öldürülmesi caiz kimseler” olarak damgalayacaklar. Damgalamayı da Allah adına yapıyor olacaklar;  “Biz Allah’ın partisiyiz. Allah’ın partisinin iktidarda olduğu ülkede muhalefet olmaz, olursa da idam sehpasında sallandırılır”  diyeceklerdi.
30 Ağustos kutlu olsun.
Necati Doğru/Sözcü

 

+++

 

Savaşanları kazanmak savaşı kazanmaktır

...Geleneğinin sağlam temelleri asker camiasına halk katında güven ve saygı kazandırmıştır.
Bu yakınlığın yol açtığı vesayet görüntüsü, kurulan özel mahkemeler tarafından ezilmiştir. Ne kadarı hak edilmiş cezadır; yargı süreci sonunda bunu anlayacağız. Eğer hak edilmiş ceza varsa bunlar ilişkileri vesayet gölgesinden kurtaracaktır. Böyle bir sonuç almak elbette iyidir.
Ama bölge savaşın eşiğinde uyku uyuyamaz hâle gelmişse, askerlerin kitlesel mağdurlar hâlinde yaşamasını önlemek gerekir.
Savaşan insanları kazanmak, bir anlamda savaşı kazanmaktır.
Askerlerin, aradıkları adil mahkemeyi Yargıtay’da bulacaklarını yarı tahmin, yarı dilek ifade etmek bile bir moral desteğidir...
Güngör Mengi/Vatan

 

+++

 

Yeni Şafak “yalan” da sınırı aştı

Yandaş medyanın iktidar politikalarını meşrulaştırmak için başvurduğu yöntemler sınır tanımıyor. Eskiden “çarpıtma”  yapıyorlardı şimdilerde iş alenen  “yalan”  yazmaya vardı. Son örneği Yeni Şafak’ta yayınlanan Noam Chomsky söyleşisi. Chomsky Facebook sayfasından yaptığı yalanlamada, Yeni Şafak’ın cevaplarına sadık kalmadığını ve söylemediği sözlerin, kendisine aitmiş gibi verildiğini ilan etti.

 

+++

 

Hıyar masum

Merkez Bankası Başkanı doların fırlamasının sorumlusunu basın toplantısı ile açıkladı önceki gün:
 “Karpuz...”
Beli kırılsın karpuzun...
“Hıyarın” suçu yok yani...
Bekir Coşkun/Cumhuriyet

 

+++

 

TRT’ye canlı yayında şok

TRT Arapça Kanalı’nda program yapan Mısırlı spiker Beshir Abdelfettah canlı yayında istifra etti. İşte Mısırlı gazetecinin Erdoğan’ı hedef alıp kendi halkından özür dilediği o sözleri:
 “... Sayın Erdoğan’ın söylediği şeyler, Ezher hakkında ve Mısır hakkında söylediği şeyler ve siyasi duruşu hatalıdır. Biz Mısırlıların kırmızı çizgileri vardır. Kişisel çıkarlar ve diğer şeyler bir kenaradır. Vatan sevgisi aslolandır. Bu sebeple bugün burada son programımı yaptığımı ve TRT Arapça kanalı ile bütün ilişkimi kestiğimi açıklıyorum. Sayın Erdoğan’ın Mısır halkına bir özür borcu vardır. Kendisi özür dilememiştir. Ama ben burada özür diliyorum. Mısır halkından özür diliyorum. Özür dilemeyen utansın. Ben de bu kanalda ve bu programda çalıştığım için utanıyorum. Şimdi herkesin gözü önünde istifa ediyorum. Allah’a emanet olunuz. ”

 

+++

 

İyilerle kötüleri ayırt etme imkanı kalmadı

... Bir zamanların en tahkim edilmiş sınırı kevgire dönmüş durumda. 3 bin kişilik ‘kaçakçı’ grupları, daha doğrusu ‘savaş lordları’ bölgede istediklerini yapıyorlar.
Halk tedirgin. Sınır kasabaları boşalıyor. Suriye’den açılan ateş sonucu vatandaşlar ölüyor. Reyhanlı’daki bombalı saldırıda 52 kişi hayatını kaybetti. Bölge, adeta ‘no man’s land’haline geldi. Mültecilerin sayısı 500 bini aştı. Bir kısmı adeta ‘köle işçi’ durumundalar, boğaz tokluğuna çalışıyorlar. Ama Suriye krizi sürdükçe, ki sürecek, bu insanları kimse geri gönderemez. Bölge demografisi hassas. Ani demografik değişikliklerin nasıl sosyal, siyasal sorunlar yarattığı da sır değil.
Suriye krizinin Türkiye’ye taşan merkezi Hatay. Sünni Türklerin yanı sıra Arap ve Alevi vatandaşların yaşadığı bir bölge. Suriye’deki çatışmalar buraya da yansıyor. Yıllardır birlikte yaşayan halk birbirlerine şüpheyle bakmaya başladı. Suriye’de ise çatışma ve katliamlar sürüyor. Kimyasal silaha bile sarıldılar. ’İyiler’ ve ’kötüler’in kim olduğunu bilen yok artık...
İhsan Dağı/Zaman

 

+++

 

“Tuz bende” stratejisi

Ak Tolgalı Beylerbeyi Ahmet Davutoğlu hemen ortaya atıldı,  “Gönüllülerin içinde biz de varız”  dedi.
Ne olup bittiğini anlamadan ortaya böyle atılmanın yeni bir dış politika stratejisi olduğu anlaşılıyor.
İlk başta  “stratejik derinlik” vardı. Onu  “komşularla sıfır sorun” izledi. Ardından “değerli yalnızlık” dönemine geçtik.
Son günlerde yaşadıklarımıza bakarsak, yeni dış politikamız bu durumda olsa olsa “Hıyarım var diyene, tuz bende diye koşmak”  stratejisi olabilir!
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet

 

+++

 

Bir köşeye daha iktidar kilidi

“İmralı zabıtları” haberiyle başlayan süreçte Hasan Cemal ve Can Dündar’dan sonra Milliyet, haberin yayınlandığı dönemde Genel Yayın Yönetmeni olan Derya Sazak’ın da köşesini kapattı. Sazak, geçtiğimiz günlerde Yayın Yönetmenliği görevinden alınmış ve yerine gazetenin Ankara Temsilcisi Fikret Bila atanmıştı. Tıpkı Cemal gibi AKP döneminin “seçilmiş” gazetecilerinden sayılan ve iktidarla iyi ilişkiler içinde bulunan Sazak’ın da 30 yıldır mensubu olduğu kurumda yazamaz hale gelişi; medyadaki tasfiyenin hatır ve sınır tanımadan devam edeceğini bir kere daha gösterdi.