‘Soykırım’ diye diye nereye varabiliriz?

Artık o bunu katletti, bu onu katletti demeyelim. Biri “soykırım” diyor hücuma geçiyor, diğeri, “Yok yahu... Biz soykrırım yapmadık.” telaşına düşüyor.

Elbette birtakım hâdiseler akılda kalacaktır, kitaplarda yazacaktır. Ne için, kim nasıl anlarsa anlasın, tekrar etmemesi için. Birileri emperyalistlerin, gözü dönmüşlerin uşağı olmamalıdır.

Dün verdim... Bana gönderilen mailde “Ermeni soykırımı” diyor, olmayacak bir örnek veriyor. Tartışabiliyoruz. O bana selâm gönderiyor, ben ona.

Notunun sonunda diyor ki:

“Ermeniler sadece üç Türk'ü katlettiklerinde bile soykırım (hem de en korkuncundan!) yapmış sayılıyorlar da, Türkler binlerce Ermeni'yi öldürdükleri vakit neden bu, soykırım olarak asla kabul edilmiyor?! Hatta bir de üstüne neden “sözde soykırım” deniliyor?!” (“Vladimirulyanov”)

‘Vladimirulyanov”un “üç Türk” dediği notu dün okumuşsunuzdur:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, ASALA örgütü militanlarının Fransa'daki Orly Havalimanı'nda düzenlediği bir saldırıda ölen üç (3) Türk vatandaşı münasebetiyle, Ermeniler'in "EN KORKUNÇ SOYKIRIM" örneğini gösterdiklerini ifade etmişti.”

Bu haberin yer aldığı 16 Temmuz 1983 tarihli Milliyet gazetesinin kupürünü de göndermişti. Bu kupürü burada verecektim ama maksat belli. Gerektiğinde girilip bakılır.

Defalarca tartışılan bir mesele tekrar tekrar gündeme getiriliyor.

Büyükelçi, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen (1927-2022), üzüntüsünün, kızgınlığının tezahürüyle en ağır ifadeyi kullanıyor. Çünkü o dönemde, ASALA, Amerika’da, Avrupa’da, Türkiye’de, Lübnan’da peş peşe saldırıyordu. 40 dolayında diplomatımızı şehit etmişti.

Şevket Süreyya Aydemir, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde askerken, Erzurum’da, Cinis köyünde karşılaştığı korkunç manzarayı “Suyu Arayan Adam”da anlatmıştır. Bir daha okuyalım:

"Ermeni ordusuna Taşnak komitecileri hâkimdi. Bu komitenin büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üstündeki Cinis köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kollar, bacaklar, kafalar, kasap dükkanlarındaki etler gibi, duvarlara, çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse, mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmıştı." (s. 129)

***

Tarihi örtmeyelim ama intikam peşinde de koşmayayım. Dr. Doğu Perinçek’in İsviçre’de ASALA’cıların şikâyetiyle yargılanması geçmişte çok tartışıldı. Herhâlde yargılanmada olup bitenleri, Lozan’da şahit olarak ayrıntılı yazan biziz. Kısaca bahsedeyim.

Doğu Perinçek 2005 yılının Mayıs, Temmuz ve Eylül aylarında İsviçre'nin Lozan, Opfikon ve Köniz şehirlerinde konferanslar veriyor. Konferanslar sırasında 1915’te ve sonrasında “soykırım” suçu işlenmediğini, uluslararası emperyalist yalan olduğuna söylüyor.

Doğu Perinçek’in, Avrupa’nın ortasında böyle sözler etmesi, “soykırım” iddiacılarını fena hâlde kızdırıyor. İsviçre-Ermenistan Derneği, 15 Temmuz 2005'te Doğu Perinçek hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

Doğu Perinçek’in muhakemesi “soykırım” tartışmalarında bir dönüm noktası görülebilir. Üstelik “Soykırım yoktur” diyenin geçmişi “sol-komünist” çizgi. Militanların fikrî yetişmesinde de büyük rol oynamıştır. İlk gençlik yıllarında Nihal Atsız’ın romanlarını okuması içindeki millî tortuyu pekiştirse gerek.

Şu gerçeği de bilmeliyiz... Komünistler de başta Türkiye’nin geleceği için yola çıkıyorlar. Türklerin üzerine atılacak suçlar, ister istemez Türkiye için fikir üretenleri etkileyecektir.

Daha önce bu köşede Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi’nin Nahçivan Türklerini Ermenicilerin katliamından nasıl kurtardığını yazmıştım.

Kim ne düşünürse düşünsün Doğu Perinçek davasının neticesi önemli. İsviçre mahkemesi mahkûm ediyor, hapis cezası, para cezası veriyor. Üst mahkemeleri itirazlar, gitgeller... O mahkeme bu mahkeme derken dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzanıyor. Sonunda AİHM Perinçek’in lehine, dolayısıyla Türkler lehine karara varıyor, hâliyle “soykırım” askıda kalıyor.

11 Mart 2007 tarihli “Lozan’dan notlar (3)” yazımdan aktarıyorum:

Mahkeme heyeti kimi niçin muhakeme ettiğinin farkında değil… Hakikaten vaziyet gülünçtü. Perinçek de bunu söylemiştir: “Burada iki gündür yapılan iş, yargılamaya benzemiyor; akademik bir toplantıya benziyor. İsviçre basınının yorumu da bu yöndedir. O zaman yanlış bir salon seçilmiştir.”

Hâkim, Perinçek’i ikaz ediyor: “Suçlama konusu içinde kalın. Mahkemeyi tenkit etmeyin!”

Perinçek cevabını veriyor:

“Ben de suçlamaya cevap veriyorum. Açıklamalarım, akademik hürriyetle ilgilidir. Üniversitelerin işini mahkemeler yapmaz. Mahkeme salonlarında tarih tartışılmaz. Yargıçlar, tarih hakkında hüküm veremez. Aksi hâlde, tarih tartışmasını yok ederler. Ve yapılan iş, Avrupa uygarlığı için ayıptır. Eğer buradaki faaliyet, illa bir yargılamaya benzetilecekse, Ortaçağ’daki yargılamaların bir örneğidir. Sabahtan beri sorulan sorularla beynimin kıvrımları arasında dolaşılmaktadır. Cadı davalarında olduğu gibi, bilimsel kanaatim, düşüncelerim araştırılmaktadır ve suçlanmaktadır. Bu yapılanlarla bana bir zarar verilemez. Ama İsviçre’ye ve Avrupa’ya zarar verirsiniz. Bilimsel konuların tartışılmasını mahkemeyle, polisle, hapishaneyle, gardiyanlarla önlemeye kalkarsanız, kendinize yazık edersiniz.”

***

Birbirimizi anlayalım, önümüze bakalım. Soykırım da soykırım diyerek nereye varabiliriz?

Yazarın Diğer Yazıları