Süreç nasıl kötü yönetilir?

“Görüşmüyoruz, konuşmuyoruz”  teraneleriyle başlayan teröristle pazarlık süreci önemli bir aşamaya geldi. Önceki yazıda da ifade ettiğim şekilde müzakere sürecine toptan karşı çıkılabilir, ki şahsen teröristle masaya oturmadan da sorunun çözülebileceğine inanıyorum. Fakat devlet neredeyse bütün kurumlarıyla müzakere yöntemini tercih ettiği, artık bundan sonra geri adım atması da mümkün görünmediği için yeni duruma göre bir yol haritasının çizilmesi gerekiyor.
Öncelikle terör örgütünün silahlı veya silahsız bütün militanlarının yurt dışına çıkması gerekiyor. Böylece güvenlik güçlerine yönelik saldırılar azalacağı gibi kolluk kuvvetlerinin operasyonlarına da gerek kalmaz! Ancak müzakerenin olmazsa olmaz bu ön şartını PKK’nın kabul edeceğini sanmıyorum. Küçük gruplar göndererek oyalamaya çalışacaktır. Üstelik Türkiye ve bölge üzerinde emelleri olan ve uyuşturucu ve silah ticaretinden nemalanan yabancı güçler bundan rahatsızlık duyacaktır. PKK’nın silah bırakarak öylece çekip gitmesine seyirci kalmazlar.
Dün (Perşembe) yaşananlar sürecin daha, çok baş ağrıtacağını ispatlıyor. Terörist cenazelerinin doğrudan memleketlerine gönderilmek yerine Diyarbakır’a indirilmesi, terörün siyasi uzantılarının gövde gösterisi tutkusundan vazgeçmeyeceklerini gösteriyor. Provokasyona açık bu tür eylemler her an memleketin başına yeni felaketler doğurabilir. Üstelik DHKP, TKPML, MLKP, TİKKO gibi PKK ile eylem birliği yapan örgütler terör sektöründe yalnız kalmamak için saldırılarını sıklaştırabilir. Daha da önemlisi ülkemizde Hizbullah adını kullanan hizbulvahşet örgütleri de doğacak boşluğu kendi lehlerine değerlendirmeye kalkışabilir.
Sürecin doğru dürüst yürütülemediği ortada. Terörle ilgili olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Teşkilatı varken bu iş MİT’e verildi. Herhalde tecrübesi nedeniyle MİT daha uygun görülse de istihbarat kurumuna doğrudan icra yetkisi verilmesi başlı başına taktik bir hatadır. Öte yandan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın,  “müzakereleri hükümet değil devlet yürütüyor” diyerek hükümet ve devlet kurumları arasında ayrım yapması hiç de sağlıklı bir gerekçe değil. Kimsenin inanmayacağı bu tür acemice açıklamalar devlet-millet zıtlaşmalarından medet umanların ekmeğine yağ sürer.
Dünyanın hangi ülkesinde hükümet kendisini devlet kurumlarından ayrı tutar. Hükümet devlet mekanizmasının yürütme organı değil midir? Açıklamalardaki tutarsızlık hükümet kanadının sürecin nasıl yürütüleceği konusunda hazırlıksız olduğunu gösteriyor. Zaten, Polis Akademisi’nde başlatılan, adı bile sonradan konulan, Habur’da bataklığa saplanan açılım sürecinin planlı ve programlı yürütüldüğünü ileri sürmek imkansızdır.
CHP’nin sürece adeta kefilsiz kredi açması da ilginçtir. Müzakereye meşruiyet zemini kazandıran bu kefilsiz krediyi Başbakan Erdoğan’a elinin tersiyle itmesi ise siyasi nezaketsizliğin ötesinde vahim bir hatadır. Bu hatalar zinciri Hükümet-Ana Muhalefet ikilisiyle sınırlı değil. Milliyetçi bir parti liderinin müzakerelerden sonra iktidar partisinin yüzde 70 oy alacağını varsayması akla zarar bir iddiadır. Diyelim ki, millet yanlış bir seçim yapmış olsun! Bu durumda basiretli bir lider sorumluluğu kendi üzerine alır. Milliyetçilerin milletle ters düştüğü ima edilebilir mi? Öncelikle uyanması gereken millet midir, yoksa bir türlü özüne dönerek kendini yenileyemeyen parti yönetimi midir? Ortada bir yanlış varsa ki vardır, milletin sesine kulak vermeyen idareci kadrolarınındır.  
İcraat kadar açıklamalardaki tutarsızlıklar fazlasıyla sırıtıyor. Örgütün Almanya sorumlusu Sakine Cansız’ın Fransa’da infaz edilmesi olayında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç üzüntülerini belirtirken, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün teröristin ailesine taziyeye gidiyor. Birbirini pekâlâ tamamlayan iki tavır. Lakin Başbakan, Aygün üzerinden CHP’yi köşeye sıkıştırmaya kalkışıyor! Sırça sarayda oturanların komşusuna taş atarken iki kez düşünmesi gerekiyor. Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da İmralı görüşmelerini değerli buluyor: “Teröristbaşı dediler, ’Bebek katili’dediler ama en nihayetinde aklın yolunun bir olduğu anlaşıldı ve bir resmi heyete aleniyet kazandırarak İmralı’ya gidip görüşmeye başladılar.”
Süreç PKK’nın yabancı istihbarat örgütleriyle bağlantılarını daha net olarak ortaya dökecektir. İlk adımda Fransa Cumhurbaşkanı, Paris’te öldürülen Sakine Cansız’la kurduğu ilişkiyi deşifre etti. Türkiye içinde her zaman metastaz yapabilecek habis karakterli bir ur olarak kucaklarında büyüttükleri terör örgütlerinin rehabilite edilmesine hiçbiri gönülden evet demeyecektir. Aksine her zaman varlığını koruması için ellerinden geleni ardına koymayacaklardır. Şimdi eteklerindekini dökme zamanı. İstihbarat savaşlarına hazırlıklı mıyız, göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları