Türk Şiirinin Anadolu Yakası Cahit Külebi

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin Anadolu’dan yükselen sesi Cahit Külebi, yalın ve rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken söylemi, titiz bir şair olarak hem Türk edebiyatında hem de Türk dünyası edebiyatlarında çok sevilmiş, okunmuş, izlenmiş dizeleri buram buram Anadolu kokan bir şairdir.

Türk şiirinde, Anadolu insanının yaşam zorluklarını çiğ bir realizmle değil, doyurucu ve tutarlı bir gerçekçilikle anlatması açısından birçok toplumcu şaire örnek olmuştur.

Duru dili, halk şiiri ile modern şiiri harmanlayan üslubuyla Türkiye dışında da etkileri sürmüştür. Feyyaz Sağlam’a göre, “Hikâye” adlı şiiri başta olmak üzere, Azerbaycan’dan Makedonya, Kazakistan’a; Kosova ve Romanya’dan Bulgaristan ve Kuzey Kıbrıs’a dek birçok ülke diline çevrilmiş veya yayımlanmıştır. Azerbaycan’da Elçin İskenderzade, KKTC’de Özker Yaşın gibi şairler onun şiirinden etkilenerek şiirler yazmışlardır. Hatta şairin ölüm yıldönümlerinde söz konusu ülkelerin dergilerinde şiirleri yayınlanmaktadır.[1]

Cahit Külebi’nin şiir yazmaya başladığı yıllarda Türk şiiri, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu gibi memleket edebiyatı çerçevesinde şiir yazanlar; Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dranas gibi sembolist ögelere önem verip, saf şiir anlayışı çerçevesinde yazanlar; Nâzım Hikmet, İlhami Bekir gibi şiirin toplumsal ve siyasal işlevi de olduğuna inanıp, sosyal gerçekçi şiir yazanlar ve Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, gibi bu üç anlayışa da karşı çıkanlar olmak üzere dört ayrı düşünce çerçevesinde Türk şiiri gelişimini sürdürmekte iken Cahit Külebi, böyle bir ortamda şiirler kaleme almış ve hiçbir gruba girmeden kendine özgü bir yol tutturmuştur.

Şiir dili, konuşma diline ve halk söyleyişlerine yakın olan Cahit Külebi’nin şiirleri; duygu, düşünce, dil ve söyleyiş bakımından kendine özgü olup, temaları yaşamından, doğadan, toplum koşullarından belirgin izler taşır. O, şiirlerini Anadolu insanına, daha özelinde 20 Aralık 1917’de doğduğu yer olan Zile halkına özgü sade bir dille, türkülerden ve yöre âşıklarının söylemlerinden kaynaklanan rahat bir söyleyişle dile getirmiştir.

Sevgi Sanlı’ya: “Ben Anadolu’yu, Anadolu insanını yansıtmaya çalışan bir şiir yöntemi güttüm. Buna özendim. Çocukken içimde büyük bir eziklik vardı. Ben İstanbul yaşamını bilmiyorum. Oysaki sanatçı olmak istiyorum. İstanbul’u tanımadan nasıl romancı olurum, nasıl öykü yazarım? Belki bilinçaltı bir dürtüyle romandan, öyküden kaçınmışım. Şiir yazarken de kendi yaşamımı belirtmişim. Şunu demek istiyorum: Asıl olan köyü tanımak, köyle ilgili konularda belli bir işlev göstermektir. Bunu bir ölçü içinde yaptım. Şiirdeki ilk girişimlerimden başlayarak İstanbul’dan söz ettiğim zaman bile Anadolu’yu yansıttım. Yaptığım iş daha sonra köy romanına dönenlerin kendi köylerini anlatmaları biçiminde de değildir. Halk şiirinin kendi özelliklerimle karışan bir yansıması sezilir şiirlerimde.” diyerek başlığa koyduğum isim gibi ‘Türk şiirinin Anadolu yakası’ olduğunu vurgular gibidir.

“Biz Artvin’dik, Erzurum’duk Çemişkezek’tik.

Biz bu çorak topraklardık, ne ot ne ocak…

Yıllarca buğday yerine yıldız ektik,

Bulut devşirdik kucak kucak.”

diye betimlediği Anadolu’dan, bulunduğu gerçekten çıkmakta; onun çıkışı piknik olmayan bir kıra bağlanmaktadır.

Mustafa Şerif Onaran’ın: “Cahit Külebi’nin çıkışı şaşırtıcı bir iz bıraktı. Alışılmamış bir duyarlığı içeren bu yalın şiirler; deyim özelliği gösteren benzetmelerle etkili oldu.” dediği gibi ‘meşeden teker’, ‘benzin kokan kız gibi motor’ sözleri ilginç örneklerdendir. [2]

Ankara Gazi Lisesinden değerli hocam Cahit Külebi üzerine hazırladığım kitaba bakılırsa Külebi’nin dili, kullandığı halk sözcükleri, doğduğu Zile’nin Çeltek Köyü’ne özgü sözcüklerdir. Bu yargıya benim de memleketim olan Zile’de Çeltek Köyü’ne vardığım zaman yaşlı bir kadının yaramazlık yapan bir çocuğa “Vay hayın oğlan vay” diye bağırmasını duymamla, Çeltek Köyü’ndeki bir düğünde “Güveyinin sağdıcı kim olacak bacanak” şeklinde geçen “çimmek, yalınayak, bebe, meyil, hark, konuk, bıldır, gülüşmek, zalım, ağız dil vermek” vb. sözcük ve deyimlerin Tokat-Zile ve çevresine özgü sözcük ve deyimler olması ile varıyorum.

Yazımın başlığına; ‘Türk Şiirinin Anadolu Yakası Cahit Külebi’ deyişim boşa değildir. Onun kullandığı yer adları bile çoğunlukla Anadolu’dandır. “Çemişkezekte, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar”, “Niksar’da evimizdeyken küçük bir serçe kadar hürdüm”, “Erzurumdan kalkar bir uçak”, “Samsun’un evleri denize bakar”, “Sivas yollarında geceleri”, “Çamlıbel’den Tokat’a doğru” vb. bunlardandır. Karacaoğlan’ı bacanağı gibi görüp:

Bacanak,senin sevdiğin

Kızların gelinlerin

Kemikleri sürme oldu ama

Yaşadı türkülerin

deyişi bile haklı çıkarmaktadır beni.

Atatürk’e, Milli Mücadeleye, Cumhuriyet devrimlerine içtenlikle bağlı olan Külebi, Nazım Hikmet’in “Kuva-yi Milliye” destanından sonra kaleme aldığı “Atatürk Kurtuluş Savaşında” destanındaki:

Davranı da deli gönül davranı!

Kemal Paşa dinlemiyor fermanı!

Anası, bacısı, kızı kızanı

Bizim gibi millet görülmemiştir.

derken şiirini Anadolu âşıklarına yaklaştırmış, Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun koçaklama türündeki yiğitlik edasını sezdirmiş; bacı, kızan, mızrak, yeğin, yaylı, harman, üveyik gibi Anadolu halk söyleyişleriyle bezemiştir. Külebi’de doğa ve ona ait unsurların geniş yer tuttuğu görülür. Hangi temayı ele alırsa alsın mutlaka doğaya gönderme yapmıştır. Çıktığı toplumu, acı gerçekleri unutmayan Cahit Külebi, “Yurdumuz” şiirinde:

Uzak köyler

Harap köyler

Uzak köylerimizde doğan hemşeriler

Neler konuşurlar / Neler düşünürler / Ne yerler?

deyip onları anımsamıştır. Doğanın yoksunluğu ile insanın kaderini iç içe sunmuş, “Tek Tanrı Sevi” şiirinde ise Anadolu'nun tablosunu çizmiştir. Görerek ve yaşayarak yazma özelliği, onun şiirine buruk, sıcak bir gerçeklik katmıştır. “Tokat’a Doğru” şiirinde:

Orda derenin içinde

İki üç akçakavak.

Tekerler döner, başım döner,

Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.

deyip, Anadolu’nun çorak yaylalarına çekmiştir bizi. “Yurdum” şiirinde de sanki bir dost, bir sevgiliymiş gibi Anadolu'dan içtenlikle söz etmiş;

Ağladığım senin içindir!

Güldüğüm senin için;

Öpüp başıma koyduğum

Ekmek gibisin.

sözleriyle kutsallaştırmıştır Anadolu toprağını.

“Şiir Yöntemim” adlı şiirinde:

En çok yurdumdan söz ettim

Doğayla insanla içli dışlı

Sevinçler, acılar, özlemler

Hepsi de çatal dişli

İlk ustam oldu benim halk

Belleğimde akıp giden ırmak

Köylü diliyle türkü çağırdım

Onlarla gülüp ağlayarak

İkinci ustamsa doğa

Şiirlerimde alın terim

Bozkır türküsüyle doldu ciğerlerim

Taşları düzleyen rüzgâr gibi

Doğayla yontuldu dizelerim

diyerek, ilk ustasının, “belleğinde akıp giden ırmak” olarak tanımladığı halk, ikinci ustasının da şiirlerinin alın teri olan doğa ve doğaya ait unsurlar olduğunu sergilemiştir.

28 yıl önce, 20 Haziran 1997’de vefat eden Külebi -ne ilginçtir ki- 1938 yılında “Almanya’da iken Varlık’a gönderdiğim ‘Haziran’ şiirinde ilk kez Külebi adını kullandım.” dediği “Haziran” adlı bir şiir yayımlamıştır. Rüzgâr adlı kitabında da yer alan bu şiirde:

Her akşam bulutlar

Bilmez telaşımı

Her akşam bulutlar

Belki de haziran

Bulacak naaşımı

Belki de haziran

dizeleri ile sanki ölümünün haziran ayında olacağını bilmiş gibidir. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Yazarın Diğer Yazıları