Türkiye ekonomisi, son yıllarda giderek ağırlaşan bir borç yükü ve yanlış kaynak kullanımıyla karşı karşıya. Merkez Bankası verilerine göre Temmuz 2025 itibarıyla Türkiye’nin yurt dışındaki varlıkları 378 milyar dolar, dış borç yükümlülükleri ise 722 milyar dolar seviyesinde. Yani net tabloda 344 milyar dolarlık açık bulunuyor. Daha çarpıcı olan nokta ise şu: Borçlarımız, sahip olduğumuz varlıkların neredeyse iki katı.
Bu tablo, sadece rakamların soğuk gerçeğini değil, aynı zamanda uzun yıllar boyunca izlenen yanlış politikaların sonucunu da ortaya koyuyor. Cumhuriyet’in ilk 80 yılında toplam dış borç 120 milyar dolar seviyesindeyken, son 22 yılda bu rakam neredeyse 3,5 katına çıktı. Yani Türkiye, 100 yıldan kısa sürede biriktirdiği borcu, sadece son birkaç on yılda katlayarak büyüttü. Bu durumun vatandaşın hayatına yansıması ise sahte bir refah, yani borçla sürdürülen tüketim ekonomisi oldu.
Vergi gelirleri nerede kullanıldı?
Borç yükünün artışı bir yana, içeride toplanan devasa vergilerin de etkin kullanılmadığı ortada. Son 20 yılda otomotiv sektöründen 2,6 trilyon TL, yani ortalama kurla hesaplandığında 188 milyar dolar vergi toplandı. Bu muazzam gelir, Türkiye’nin yeni otomotiv fabrikaları kurmasına, yerli üretimi artırmasına, hatta elektrikli araç dönüşümünde bölgesel lider olmasına imkân sağlayabilirdi. Ancak bu kaynakların büyük kısmı yatırıma değil, tüketime harcandı.
Başka bir ifadeyle, yurttaşın ödediği vergilerle kalıcı bir sanayi hamlesi yapılmadı; bunun yerine kısa vadeli bütçe açıklarını kapatmaya veya günübirlik harcamalara yönlendirildi. Bugün Türkiye’nin dış borç sarmalında olmasının temel sebeplerinden biri de bu yanlış kaynak dağılımıdır.
Neden bu kadar kritik?
Vergi gelirlerinin tüketime harcanması, ekonomiyi kısa vadede ayakta tutuyor gibi görünse de uzun vadede hem bağımlılığı artırıyor hem de ülkeyi borca daha muhtaç hale getiriyor. Çünkü yatırım yapılmadığında üretim kapasitesi artmıyor, ihracat güçlenmiyor ve dışa bağımlılık daha da derinleşiyor.
Oysa otomotiv vergilerinden elde edilen 188 milyar dolar, stratejik yatırımlara aktarılsaydı bugün bambaşka bir tabloyla karşılaşabilirdik. Mesela:
• Yeni nesil batarya üretim tesisleri kurulabilir, Türkiye elektrikli araç çağında söz sahibi olabilirdi.
• Yerli otomotiv markaları küresel pazarlara açılabilir, dış ticarette dengeye katkı sağlayabilirdi.
• Katma değerli üretimle hem istihdam artar hem de kalıcı gelir yaratılırdı.
Fakat bu fırsatların hiçbiri değerlendirilemedi. Sonuçta elimizde devasa borç yükü ve tüketimle büyüyen ama üretimle güçlenemeyen bir ekonomi kaldı.
Sahte refahın bedeli
Vatandaş açısından tablo daha net: Borç ve vergi gelirleriyle yaratılan sahte refah, uzun vadede yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik olarak geri dönüyor. İnsanlar bugün sahip oldukları alım gücünü koruyamıyor, gelirleri sürekli eriyor. Kısacası, borçla kurulan refah balonu patlamış durumda.
Ekonomi yönetiminin sık sık dile getirdiği “disiplin”, “tasarruf” ve “yapısal reform” söylemleri gerçeğe dönüşmedikçe bu tablo daha da ağırlaşacak. Çünkü dış borç faizi bile tek başına büyük bir yük. Türkiye, her yıl yüz milyarlarca dolarlık kaynağı sadece borç faizi ödemeye harcıyor.
Çıkış yolu ne?
Bu sarmaldan kurtulmanın yolu belli:
1. Yatırım Odaklı Politika: Vergi gelirleri öncelikle üretimi ve ihracatı artıracak yatırımlara yönlendirilmeli.
2. Borç Yönetimi: Kısa vadeli borç yerine uzun vadeli, düşük maliyetli finansman tercih edilmeli.
3. Sanayi Hamlesi: Otomotivden elektroniğe, enerjiden yazılıma kadar stratejik sektörlerde yerli üretim teşvik edilmeli.
4. Şeffaflık: Vergilerin nereye harcandığı halka açık biçimde duyurulmalı, hesap verilebilirlik sağlanmalı.
Türkiye, sahip olduğu potansiyelle bu krizden çıkabilir. Ancak bunun için günü kurtarmak yerine geleceği inşa edecek cesur adımlar atılması gerekiyor. Aksi takdirde, her yıl büyüyen borç ve eriyen vergi gelirleriyle ekonomik bağımsızlık riske girecek.
***
Sonuç
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin dış borç tablosu varlıkların iki katına ulaşmış durumda. Bu tablo, yalnızca ekonomik bir veri değil, aynı zamanda yanlış tercihlerin göstergesi. Otomotivden toplanan 188 milyar dolarlık vergi, ülkeyi kalkındıracak yatırımlara değil, tüketime harcandı. Böylece üretimden kopuk, borca bağımlı bir düzen oluştu.
Türkiye’nin önünde hâlâ fırsatlar var. Yeter ki vergi gelirleri ve dış kaynaklar, kısa vadeli sahte refaha değil, uzun vadeli üretim ve kalkınmaya yönlendirilsin. Çünkü ancak bu şekilde, borcun gölgesinde değil, kendi emeği ve üretimiyle güçlü bir Türkiye inşa edilebilir.