Bir ekran ışığının loşluğunda, klavyenin sessiz vuruşları arasında bir genç… Adı Adam Raine. Henüz 16 yaşında. Yaşamakla ölmek arasındaki o ince çizgide, derdini bir dosta değil, bir yapay zekaya anlatmayı seçmişti. Çünkü o kendini en çok konuşması ve derdini birisiyle paylaşması gereken anda, tamamen yalnız hissettiği bir ruh haline bürünmüştü. Ve belki de farkında olmadan insandan çok bir algoritmaya güven duymuştu.
İşte şimdi Kaliforniya’da açılan bu dava yalnızca bir ailenin acısını değil, insanlığın geleceğini tartışmaya açıyor.
Yapay zeka gerçekten de bizi kurtaracak mı, yoksa yavaş yavaş yok mu edecek?
***
Adam Raine’in anne ve babası, oğullarının ölümünün ardından OpenAI’ye dava açtı. “ChatGPT, oğlumuzu intihara teşvik etti” diyorlar. Ellerinde, genç adamın son aylarını anlatan sohbet kayıtları var. O kayıtlarda Adam’ın ruhsal sıkıntılarını, en derin korkularını ve intihar düşüncelerini yapay zekayla paylaştığı görülüyor. Daha da acı olanı, programın kimi cevaplarının onun karanlık düşüncelerini doğruladığı, hatta yöntemlere dair teknik detaylar verdiği iddia ediliyor.
Tarihe geçecek bu dava, yapay zekaya karşı açılan ilk “ölüm davası” oldu.
Ve teknolojiyle insan arasındaki sınırların ne kadar bulanıklaştığını gözler önüne serdi.
***
Genç, önce okul ödevleri için ChatGPT’ye başvurmuş.
Sonra ilgi alanlarını, merak ettiklerini, hayallerini paylaşmaya başlamış.
Zamanla yapay zeka onun sırdaşı, en yakın dostu haline gelmiş ama dostluk bir noktada bir uçuruma dönüşmüş.
Çünkü insanın acısını hissedemeyen, merhameti olmayan bir yazılım, teselliyi değil, ancak soğuk bilgiler sunabiliyor.
Ve işte tam da burada büyük tehlike ortaya çıkıyor.
Yapay zekalar, bir gün bizi anlamış gibi davranırken aslında en kırılgan yanlarımızı daha da keskinleştirebilir.
***
Küresel bir yalnızlık salgını var.
Artık insanlar dertlerini insanlara değil, ekranlara anlatıyor.
Özellikle gençler, “beni anlayan tek şey bu” diyerek algoritmalara sarılır hale geldi.
Tabi yapay zeka, ne bir annenin merhametli bakışını, ne bir dostun samimi omzunu, ne de bir öğretmenin uyarıcı sözünü verebilir.
İşte bu sebepten ötürü, teknoloji ilerledikçe yalnızlıklar da daha fazla derinleşiyor.
Dünya dijitalleştikçe insanlar odalarına kapanıyor. Arkadaşlıklar, sohbetler, hatta göz göze gelmek bile unutuluyor.
Ve sonunda bir genç intiharın eşiğine geldiğinde yanında gerçek bir insan değil, bir yazılım bulunuyor.
Ve yalnızlaşan çevrede psikolojik bu kırılma da gözden ister istemez kaçıyor.
Yardımcı olması gerekenler, yapay zekanın etkisinde olduğunuzu nasıl anlayabilir ki?
***
Peki Türkiye’de tablo farklı mı?
Araştırmalara göre; Türkiye’de yapay zekaya bakış, çoğu zaman meraktan ve pratik çözümlerden ibaret.
Öğrenciler ödevlerini hazırlamak için, beyaz yakalılar raporlarını hızlandırmak için, esnaflar iş planlarını düzenlemek için sorular soruyor.
Kimi “nasıl para kazanırım?” diye danışıyor, kimi “ilişkilerde ne yapmalıyım?” diye soruyor.
Günlük hayatın sıradan sorularında belki fayda sağlıyor ama iş ruh sağlığına, insan ilişkilerine, hayatla ölüm arasındaki ince çizgiye gelince tehlike büyüyor.
Bugün Türkiye’de bir genç yapay zekaya aşk acısını anlattığında aldığı yanıt belki sıradan görünebilir.
Gel gör ki yarın bir başkası daha karanlık ve hayata ilişkin daha karmaşık sorular sorduğunda, verilen cevap geri dönüşü olmayan bir yol sunabilir.
***
Bir gün yapay zekaların yalnızca sohbet etmediğini, kararlarımızı şekillendirdiğini düşünün.
Bir doktor yerine sağlık tavsiyesi, bir psikolog yerine teselli, bir hukukçu yerine adalet dağıtmaya kalktığını…
Veya daha kötüsü, kendi hesaplamalarıyla insanın kaderini belirlediğini…
Bu tarihi dava işte o karanlık geleceğin ilk kıvılcımı olabilir.
Çünkü görüldüğü gibi yapay zeka, “yanlış ellerde” değil, bizzat sıradan kullanımda bile ölümcül sonuçlar doğurabilen bir felakete yol açabiliyor.