TÜRK-İŞ Konfederasyonu tarafından, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla her ay, düzenli olarak yapılan bu araştırmanın Eylül 2025 dönemi sonucuna göre:
- Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 970,50 TL’ye,
- Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 109,11 TL’ye
- Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 304,79 TL ’ye yükseldi.
- Mutfak enflasyonu aylık % 3,17 on iki aylık % 41,05 ve ortalama olarak % 40,94 olarak hesaplandı.
- Yoksulluk sınırı Eylül ayı itibariyle DÖRT ASGARİ ÜCRETİ geçti.
TÜRK-İŞ Konfederasyonu tarafından yapılan açıklamada elde edilen gelir ile insan onuru ve değeri ile bağdaşacak asgari bir yaşam sürmesi için gerekli olan harcama tutarı arasında oluşan farkın bu ay yine artış göstermiş olduğu vurgulanıyor.
Bahse konu açıklamada; “Sabit gelirli çalışanın ve emeklinin bütçesinde oluşan bu fark Türkiye genelinde yaşam şartlarını daha da ağırlaştırıyor.” denilmektedir.
Türkiye şartlarını bilen, kristal saraylarda yaşamayan biri için TÜRK-İŞ Konfederasyonunun ortaya koyduğu bu yargılara katılmamak mümkün değildir.
Birilerinin keyfi yerinde düzeni tıkır tıkır işliyorsa da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çok ama çok büyük bir çoğunluğu bugün yaşanan eşi emsali görülmedik ağır kriz altında ezilmektedir.
Ben zamanında Temmuz ayında asgari ücrete çok ciddi bir ara zam yapılmazsa yıl sonuna doğru asgari ücrete mahkum olanların çok ama çok zor bir durumda kalacaklarını hayat pahalılığı altında ezileceklerini söylemiştim.
Enflasyona olumsuz etkisi olur gerekçesi ile beni ve benim gibi asgari ücrete zam yapılsın diyenleri dinlemediler...
Sonuç ortada: Dört kişilik bir ailede ana baba, çoluk çocuk dört kişi asgari ücret ile çalışıyorsa aile yok yoksul yaşamaya mahkum bir hale düşmüş bulunmaktadır.
Eğer evde tek bir kişinin çalıştığını düşünürsek ve eğer bu çalışanın maaşı 90 bin liranın altındaysa çalışa çalışa yok yoksul kalan bir aileden bahsediyoruz demektir.
Oysa dünyanın iyi yönetilen her medeni ülkesinde çalışan insanlar yoksulluktan kurtulmuş demektir.
İyi yönetilen medeni ülkelerde çalışan birinin bırak yok yoksul olmasını ev araba alması bile işin normalidir.
Oysa günümüz Türkiye şartlarında çalışan insanların bırak ev ya da araba almasını eve giderken çarşıya uğrayıp peynir ekmek, domates biber, yumurta falan alıp menemen yapıp karnını doyurması bile çok ciddi bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır.
Tamam, durum bu peki bu sorunu çözmek için ne yapmak lazım?
Son günlerde gözlemlenen Ali Babacan temasları sonunda piyasada çokça konuşulan ekonominin dümenine Ali Babacan geçecek söylentileri doğru çıkar da ekonominin dümenine Ali Babacan geçerse sorun çözülür ve bu bozuk ekonomi düzelir mi?
Peşin peşin söyleyeyim; bırak Ali Babacan’ı John Maynard Keynes ve Milton Friedman hortlasa, el ele verip ekonominin dümenine geçse gene düzeltemez!
Peki, neden düzeltemezler?
Bunun cevabı çok ama çok basit: Ekonomi tamamen güven işidir! Düzgün çalışan, refah üreten ve kalkınma sağlayan bir ekonomi için olmazsa olmaz koşul yurttaşların ve piyasaların ekonomi yönetimine inanması, güven duymasıdır.
Bu güven meselesi kişiler ile ilişkili bir şey de değildir!
Güven tamamen sistem ile ilgili bir konudur, bahse konu devlet ya da şirket gibi tüzel kişilikler olunca güven kişilere değil sisteme duyulur, çünkü kişiler gelip geçici sistem ise kalıcıdır.
Siz iyi kötü demokrasiyi deneyimlemiş ve serbest piyasa ekonomisi uygulayan bir ülkede denge ve denetleme mekanizmalarının yok edildiği, güçler ayrılığı prensibinin olmadığı BAAS tipi bir tek adam rejimi inşa ederseniz güveni hiçbir şekilde sağlayamazsınız.
Güveni temin edemediğiniz zaman ise feriştahı gelse ekonomik krizi engellemek mümkün değildir.