Atatürk nasıl ‘Gizli Başyazar’ oldu, neler yazdı?

Atatürk nasıl ‘Gizli Başyazar’ oldu, neler yazdı?

Atatürk liderliğindeki Türk Hükümeti Fransa’dan hesap soracağı günü 9 Ekim 1936 olarak belirledi. Fransa’ya bir nota vererek Suriye ve Lübnan’a olduğu gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.

Fransa, kabul etmedi; kendisinin yetkili olmadığını bildirdi. Türkiye’nin isteğinde ısrar etmesi üzerine Fransa, sorunu Milletler Cemiyetine götürmeyi önerdi. Türkiye de bunu kabul etti. Masada hesaplaşılacaktı. Bunun için Hükümet her türlü kozu masaya sürmeliydi.

1937’ye girilmişti. Hatay’ın nüfusu o tarihlerde 310.000’di. Bunun 250.000’i Türk kalanı da değişik azınlıklardan oluşmaktaydı…

Milletler Cemiyeti’nde Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Hasan Rıza Soyak ve Numan Menemencioğlu temsil etmişti. Fransızlar, oyalama taktiğini kullanırken Atatürk, Hükümetin konuyla yeterince ilgilenmediğini düşünüyordu.

6 Ocak 1937 günü İstanbul’dan Konya’ya hareket ederken Başbakan İsmet İnönü’yü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı ve Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’ı da Eskişehir’e çağırdı.

Trende Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a “Yarın büyük kavga olacak!” diye bağırdı. “Niçin Paşam?” diye sorar Hasan Rıza Soyak. İsmet Paşa: “Anlamıyor musun memleket Fransızlarla harbe sürükleniyor!” dedi.

Oysa Atatürk, hem yetkililerle durum değerlendirmesi yapmak hem de bu konuya ne kadar önem verdiğini Fransızlara göstermek amacıyla bu geziye çıkmaktaydı.

Atatürk, Hasan Rıza Soyak’a daha önce “Garip şey! Çocuk, biz istesek bile Fransızlar, Sancak için bizimle bir harbe girerler mi hiç? Arkadaşlar, bunu nasıl düşünebiliyorlar? Görmüyorlar mı ki bugün Fransa’nın bizzat anavatanı büyük tehlikelerle sarılı haldedir." demişti.

Genel Sekreter Soyak, “Fransa hakkımızı teslim etmezse ne yaparız” diye sorduğunda Atatürk, “… Böyle bir durumda Devlet Reisliğinden istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun her zaman imkânı ve çok emin yolları vardır. Oradaki mücahitlerle ve Anavatandan kaçıp bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle, meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım. İsterse Türkiye Hükümeti, beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder ve hakkımızda kovuşturma yapar.” yanıtını vermişti.

Eskişehir’de trende yapılan toplantıda, Atatürk ve yanındakiler konuyu dört saat tartıştılar. Atatürk’ün tavrı, dışarıda önemli yansımalara yol açtı. Fransızlar yeniden görüşme önerdiler. 20 Ocak 1937’de Cenevre’de görüşmeler başladı.

Yabancı gazete yayınları Hatay konusunu geriyor, Fransa’nın Güney sınırlarına yığınak bile yaptığından söz ediyordu. Milletler Cemiyeti Meclisi, 20 Ocak 1937''de tekrar toplandı. Görüşmeler ağır aksak gidiyordu. Atatürk bundan rahatsızdı…

GİZLİ BAŞYAZAR ATATÜRK

Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nin kış tatili sırasında İstanbul’daydı. Hatay konusu Türkiye ile Fransa arasında şiddetli tartışmalarla sürüyordu.

21 Ocak, Perşembe günüydü.

Kurun gazetesi başyazarı Asım Us, o gün başmakalesini yazmamış, fakat telefon ederek Yazıişleri Müdürü Nİyazi Ahmet Banoğlu’na: “Geç de olsa mutlaka başmakaleyi getireceğim, yer ayırınız...” demişti. Oysa Asım Bey o sırada Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. Atatürk kendisini çağırmış söylediklerini yazmasını rica etmişti.

Sofraya geçildiğinde Atatürk Hatay konusuyla ilgili bir gazetede yazı yazmak istediğini kendisine söyledi. Asım Bey eski adı Vakit olan Kurun Gazetesi’nin başyazarıydı. Duyduklarına çok sevindi. Teşekür etti ve hemen yanında bulunan kağıt-kalemi çıkararak söylenenleri not almaya başladı.

Yazı bitti, Atatürk o yazıyı Asım Bey’in kendi imzasıyla Kurun Gazetesi’nde yayımlamasını rica etti.

Belirli saatlerde matbaya gelen, belirli saatlerde masası başına oturan ve belirli saatte başmakalesini bitirip masamın üstüne koyan Asım Us, ilk defa alışkanlığını bozuyordu.

Gerçekten oldukça geç saatte geldi. Garip bir telaş ve heyecanı vardı. Makaleyi masamın üstüne koymadı, Niyazi Bey’in eline tutuşturdu ve:

“Birinci sayfadan iyi göster, büyük harflerle başlık koy, düzeltisine çok dikkat etsinler, hatta kendin oku...” diye tembihledi.

Telaşlıydı. “Sakın kaybolmasın, hemen dizdir...” dedi. Niyazi Bey’in tuhafına gitmişti. Zira; Asım Bey’in , alçakgönüllülükte benzeri az bir kişiliği vardı hatta bazen yazılarının altına imzasını bile koymazdı.

Olup bitenlerden hükümetin haberi yoktu.
Yaz ertesi gün yayımlandı:

“ FRANSA’NIN DOSTLARINA SESLENİYORUZ

… Acaba Fransız devlet adamlarının bu işi böyle çıkmaza sokmaktan amaçları ne olabilir?

Doğrusunu söylemek gerekirse biz bunu anlıyoruz. Anladığımızın yorumu da şudur:

… Fransa’nın başına her nasılsa baş diye üşüşmüş olan bu efendiler yönetmekte oldukları büyük Fransız ulusunun nasıl yönetileceğini bilmedikleri gibi Hatay sorunuyla ulusal ilgi güden yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını savunma ve gereğinde onların elde edilmesi için göstereceği fiili enerjiyi de değerlendirmekten uzak bulunmaktadır…


… Onun için biz artık Fransız devlet adamlarına ses- lenmeye gerek görmüyoruz. Bundan sonra Fransızların kendi çıkarları adına dostları ve müttefikleri olan devletlerin gerçeği yakından görerek durumun gereğine göre hareket etmelerini istiyoruz.”

Yazı adeta Türk hükümetinin nasıl davranması gerektiğinin özetiydi

Atatürk’ün birinci yazısı, Kurun / 22 Ocak 1937
 

22 Ocak 1937

Ertesi gün bu kez kendisi değil kardeşi Hakkı Tarık Us Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. Atatürk yazdırmak istediklerini not ettirdi ve basılmasını rica etti. Hakkı Bey Saray’dan gazeteye telefon ederek bir görevlinin yazıyı alıp gazeteye götürmesini söyledi.

Hikmet Münir merakla Saray’a koştu, yazıyı aldı döndüğü zaman heyecan içindeydi. “Atatürk’ün sofrasından geliyorum,” diye haykırdı. “Başmakalesini de huzurunda okudum.” diye de ekledi.
Niyazi Bey hayretle sordu:

- Kimin başmakalesini?

- Kimin olacak Atatürk’ün.

Kurun Gazetesinin başmakalesi 23 Ocak 1937 günü şöyle idi:

“ZAVALLI FRANSA

… İsmi, yüzyılların anıları arasına karışan Kedorseğ’in (Paris’te Kedorseğ (Fransa Dışişleri Konutu) yeşil masasında oturanlar, insan hakları bildirisini yayımlayan büyük Fransız devrimcilerinin düşünce, özgürlük sevgisi ve ahlak mirasçıları mıdır, yoksa Fransa’dan kovulan papazları yalnızca küçük çıkarlar için ilerleme yolunda yükselen ülkelerde korumaya yeltenen ve onların zararlı, yıkıcı etkinliklerini savunmaya çalışan bağnazlar mıdır?..

… Özgürlük ve bağımsızlık için çırpınan Hatay Türklerine ücretli Fransız askerlerinin yaptıkları zulümleri okurken, bu ve bunun gibi daha birçok soru hatırıma hücum etti. Bir tarafta Fransızların dış siyaseti, diğer tarafta uzak görüşlülük ve suples, açık fikirlilik ve ilerleme, ulusların onuru. Ne çelişki. Kedorseğ’e bir isim vermek gerekirse: “Aymazlık ve inadı ile, hayalperestlik ve cakacılığı ile Fransız ulusunun yaşamsal çıkarlarını ayaklar altına alan kurum” adı uygun olur.


Zavallı Fransa, bugün kendisine pek eğilimli bir dostunu daha kaybetmek üzeredir. “Akılsızlığından dolayı ulusuna hıyanet” koleksiyonu zenginleşecek diye Kedorseğ hakkıyla sevinebilir.”



Atatürk’ün ikinci yazısı Kurun / 23 Ocak 1937


Türkiye’de bulunan muhabirler okuduklarına inanamıyorlardı, yazı bomba etkisi yarattı…

Ardından Atatürk üçüncü yazısını yazıp yayımlattı:

“TÜRKIYE CUMHURİYETİ
Şeref ve haysiyetini, hak ve çıkarını korumanın yolunu bilir…

… Türkiye Cumhuriyeti’ne eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bir uzantısı gözü ile bakılarak ona karşı dejenere bir politika izlendiği ve hâlâ bu sevdada yaşayan diplomatların siyasette egemen olduklarını görürsek bunun yalnız yersiz değil, aynı zamanda tehlikeli bir tutum olduğunu söylemekten de kendimizi alamayız…”
Atatürk’ün üçüncü yazısı Kurun / 24 Ocak 1937

ATATÜRK’ÜN HATAY’LA ILGILI DÖRDÜNCÜ BAŞYAZISI

Atatürk bu kez kılıçla değil kalemiyle savaşıyordu. Hedefinde bu kez kendi ülkesinin hükümet yetkilileri vardı. Nİyeti onları da kendi gibi düşünmeye sevk etmekti.

25 Ocak 1937 günü Kurun Gazetesinin birinci sayfasını baştanbaşa Atatürk’ün yazısı kapladı:

“HÜKÜMETTEN HITAP EDIYORUZ

… On beş gün bekleyin dediniz, bekledik. On altıncı gündeyiz. Durum nedir? Ne oluyor, ne olacak? Türk milletini yeniden aydınlatınız.
Başbakan İsmet İnönü on beş gün evvel CHP Meclis Grubu’nda Hatay sorunu üzerinde konuşurken şöyle demişti:

— On beş gün bekleyiniz.

…Biz bu sözü, Cumhuriyet Hükümeti girişimlerinin ümit verici bir hedefe erişmesi amacı ile makul yollarda sessizlik, sabır ve ciddiyet ile çalışmasına engel olabilecek, genel bir Türk coşkusunu geçici olarak durdurmak için bir devlet emri olarak karşıladık.

Türk ulusu güvendiği büyüklerinin ve devletinin her emrini yüksek güvenle karşılar, nitekim on beş gün bitmiş, on altıncı güne girmiş bulunuyo- ruz, yine bekliyoruz. Neyi? …”
 

Rakip gazeteciler soluğu Kurun Gazetesinde Niyazi Bey’in yanında aldı. Her biri, “Ne o diyorlardı, Asım Us muhalefete mi geçti? Hükümete meydan okuyor.”

Niyazi Bey keyifliydi:

- Tabii geçer, dedi... Bir gazete hükümetten neden hesap soramasın, dördüncü kuvvet değil midir?


Atatürk’ün dördüncü yazısı Kurun / 25 Ocak 1937

Yazılar sürüyordu, sözler kılıç gibiydi. Bir yandan Fransa’ya ültimatom veriliyor bir yandan Türk hükümet yetkililerinin nasıl tavır takınması gerektiği vurgulaynıyordu. Üstelik Atatürk acı içindeydi. İki hafta önce en sevdiği arkadaşı can yoldaşı Nuri Conker’i kaybetmiş, bir hafta kadar öncesinde ise siroza yakalandığını öğrenmişti…

ATATÜRK’ÜN HATAY’LA İLGİLİ BEŞİNCİ BAŞYAZISI

Kalemi adeta keskin bir mızrağa dönüşmüştü. 26 Ocak 1937 günü Kurun Gazetesi’ni okuyan yurttaşlar bir anda Kurtuluş mücadelesi verdiği günlerdeki günlerine konuverdi.

“NE DEMEK!

Dün “Türkiye Aldatılamaz” başlığı altında yazdığımız yazılar ulusça okunmuştur. Bugün orada söz ettiğimiz sayılı günlerin on yedincisini yaşıyoruz…

… Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti aldatılır bir varlık değildir. Onu, aldatabilirim sananların, işte asıl onların kendileri için giderilmesi çok güç olacak

derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına kuşku duyulmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti çok haklı olduğu Hatay davasını ortaya atarken bunun bütün sonuçlarını düşünmemiş olduğunu kim iddia edebilir. Dava uluslararası olmuştur. Davasında haklı olan Türkiye’dir. Artık dinlenilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. Türk’ün sözü, Türk’ün haklı ve yerinde sözü Türk’ün kendisidir. Ona uymamak, onu tanımamak, onu

hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin düşünmedikleri sonla karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir.

İşte bizim bu defa da söyleyebildiğimiz bundan ibarettir.”


Atatürk’ün beşinci yazısı Kurun / 26 Ocak 1937

HATAY’A MÜJDE!

Kalem her zaman olduğu gibi kılıçtan daha güçlü bir silahtı.

27 Ocak 1937 günü Milletler Cemiyeti’nde uzlaşma sağlandı.
Buna göre, Hatay, içişlerinde tam bir bağımsızlığa sahip oldu.
Türkçe resmi dil olarak kabul edildi.
Diger dillerin kullanılmasının şartları Cemiyet Meclisi tarafından tespit edilecekti. Hatay Sancağı’nın ordusu olmayacaktı.

Anlaşmaya göre İskenderun ve Antakya Suriye ile gümrük birliği halinde olan bir statü ve bir anayasa ile idare edilen ayrı bir varlık teşkil edecekti.
Sancak''ın dışişleri, bazı şartlar altında Suriye Hükümeti tarafından idare edilecekti.

Statünün ve Anayasanın uygulanması meclis tarafından tayin edilen ve sancakta ikamet eden bir Fransız vatandaşı tarafından temin edilecekti. Sancak''ta mecburi askerlik usulü uygulanmayacak ve bu bölge tahkim edilmeyecekti. Sancağın ülke bütünlüğü yapılacak bir anlaşma geregince Türkiye ve Fransa tarafından teminat altına alınacak, Anayasa hazırlamak üzere bir uzmanlar komitesi kurulacaktı. Zafer Atatürk önderliğindeki Türkiye’nindi...

Yaşar Gürsoy
23 Ocak 2023


Kurun / 27 Ocak 1937
 

 

Kaynak:
Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar
Asım Us, Gördüklerim Duyduklarım Duygularım
Niyazi Ahmet Banoğlu (Yazıların yayımlandığındı Kurun gazetesi yazı işleri müdürü)
Kurun Gazetisi Arşivi


 

Yazarın Diğer Yazıları