Bu bir sosyal afettir!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na atılan yumruklar, sebep değil sonuç… Karşıdakini 'siyasî rakip' olmaktan çıkarıp, onu 'düşman' gibi gösteren siyasetin sonucu…

12 Eylül öncesinin o büyük şiddet ortamında bile bu denli toplumsal kutuplaşma yoktu… Bugün kendi seçmenini hayata dair günlük meselelerin ötesinde tutmak ve onu sürekli 'cephede' hissettirmek için izlenen yol ülkeyi bu hâle getirdi…

Dikkat ettiniz değil mi son yerel seçimlere… Hatta ondan önceki son genel seçimlere ve referanduma… Eskisi gibi, yollar, köprüler, tüneller, ekonomi pek konuşulmadı…

Seçimler 'beka meselesi' üzerine kilitlendi… Yönetenler 'bekayı koruyanlar', yönetime gelmek isteyenler ise ya 'bekamızın düşmanı' veya 'düşmanla işbirliği yapanlar' olarak suçlandılar… En temel demokratik hakkı, seçme ve seçilme hakkını diledikleri gibi kullanmak isteyenler, ağır bir suçlu gibi yaftalandılar…

Ankara'da yaşanan alçaklık, siyasetçiler eliyle oluşturulan bu aşağılık iklimin sonuçlarından sadece birisidir… Kin ve nefret öylesine gözleri bürümüştür ki, cenaze töresi bile yok sayılmış, orantısız kahpelik sahne almıştır…

***

Siyaset kurumu, halka daha iyi bir hayat sağlama, refah, işsizlik, enflasyon, döviz, üretim, tarım gibi esas ilgilenmesi gereken sahayla artık eğreti ilgileniyor… Çünkü fiilî durum çok kötü ve halkı o alanda bile ancak 'ekonomimize saldıran dış güçler' edebiyatıyla ikna etmeyi deniyor… Dolayısıyla 'beka vurgusu'nun daha fazla gündemde yer alması işte bunun için önemli…

Tam da bu noktada en kolay bulunacak düşman, muhalefet!.. Eldeki bütün imkânlar kullanılarak, muhalefet düşmanlaştırılıyor… Siyasî tabana düşen de o 'düşman'a karşı sürekli teyakkuzda olmak ve seçimler dahil her türlü faaliyeti bu çerçevede görmek!..

Daha önce duymuş muydunuz 'sandık darbesi' gibi bir kavramı? Ya da 'hükûmeti değiştirmeye çalışmak' gibi bir suçu? Siyasetin tepesinden bütün bunlar suçmuş gibi propaganda edildikçe kitleler karşılarındakini gerçekten mücadele edilmesi gereken düşman gibi görmeye başlıyor… En tehlikeli olan buydu ve maalesef gerçekleşiyor…

Oysa her türlü makamın ötesinde korunması gereken bir kavramdı millî birliğimiz… Herkes bu vatanı üzerine titrememiz gereken züccaciye dükkânı gibi görmeli ve hiç kimse ama hiç kimse fil gibi davranmamalıydı…

Kırılan dökülen bunca parçadan, küsen darılan bunca kalpten, ayrılıp gitmek isteyen bunca bedenden sonra nasıl oturup da 'hasar tespiti' yapacağız? Hep kazanmak, sadece kazanmak uğruna başvurulan bu beleş dilin birliğimize ve kardeşliğimize verdiği zararları kim, ne kadar zamanda toparlayacak?

***

Bu topraklar istila gördüğünde bile millî birlik açısından bu denli zarar görmedi dersek abartmış mı oluruz acaba?

Bir önceki referandum arifesinde 'Referandumdan sonra yine birlikte yaşamayacak mıyız?' diye sormuş ve ikaz etmiştik: "Memleketin yarısını  'terörist, terörist sevici, teröriste teslim olmuş veya oyununa gelmiş' gören kafa referandumdan sonra ne yapacak? Nüfusunun yüzde 50'si 'ihanet potansiyeli' taşıyan bir ülke nasıl yönetilir?

İnsan dehşete düşüyor... Kazanma uğruna başvurulan bu dil nasıl bir dildir? Bu kadar sorumluluktan uzak, farklı düşüneni düşman gibi görmeye hazır, kendi taraftarını bloke etmek için siyasî rekabeti kamplaşmaya taşımaya yeminli bir üslup bu ülkeye kötülükten başka ne verebilir?

Bu dil, bir arada yaşamaktan başka çaresi olmayan, seçimlerden sonra da bir arada yaşayacak olan insanların arasına çok ağır bir fitne sokuyor... Zaten fazla problemli bir coğrafyanın kıyısında millî birliğini korumaktan başka önceliği olmaması gereken bir toplumda, farklı düşünenlerin arasına kalınca duvarlar örüyor... Referandum kazanma uğruna girişilen bu ucuz dil, referandum kazanmaya yetmeyebilir ama milletin geleceğinden birçok şeyi heba etmeye yetebilir..."

Evet, sadece kötülük veriyor ülkeye bu dil... Sadece kötülük… Çanakkale'de düşmanına su veren insanlıktan, insanî bir görevi yerine getirmek isteyen siyasetçiye yumruk atan kahpeliğe doğru, büyük kötülük…

 

Yazarın Diğer Yazıları