Buzul hep dorukta hep iktidardadır amma... Ve ifsad...

"Evvel zaman içinde/Dağlar duman içinde/Kerem ile Aslı değil/Ferhat ile Şirin değil/Bugünkü zaman içinde/Tüm yürekler kan içinde/Buzul ile kürtük'ün öyküsüdür bu

Dorukların süsü buzul/Buzulların hükmü başka/Yağmur aşağıların/Var'ı kar'dır buzulun/Yel kayadan aparamaz/Kasırga buzuldan koparamaz/Alt ucundan azıcık emer güneş en güçlü döneminde/Yayla yandım dedikçe su ikram eder

Uçan savrulan yağan/Yığılır kuytuya çukur yerlere/Gündüz çalım atar kış güneşine/Su olacakken gece yetişir/Ayazda buzlaşır kürtüktür artık

Güvenir kürtük ayaza/Ne var ki/Bahara çıksa da çıkamaz yaza/Şıpır şıpır can verir su olur bir dereye/Yeniden kürtükleşmek düşüyle

Buzul hep dorukta hep iktidardadır/Yeter ki dağına böbürlenmesin/Yoksa gazaba gelir uyuyan volkan/ferman verilir kızıl lavlara/Buzullar çamurlu su olur/Sürülür nehirlere doğru gürül gürül

Sonunu artık Tanrı bilir/Yeniden buzul olmak da var/Gelip geçici kışlarda kürtük olmak da/Tutuklanmak ya da tuzlu denizde."

Bu öyküsel şiir, benimdir. Otuz yıl olmuş yazalı... İlk şiir kitabım Ateşkes Çağrısı'na da almışım...

Öyküsel şiirin şiir sanatı bakımından değeri tartışılır hep... Kolaycılık olarak değerlendirilir çoğu edebiyatçılar ve eleştirmenlerce... Elbette bunlarda haklılık payı vardır... Dileyen beğenir bu şiiri, dileyen beğenmez, şiir bile saymaz, hepsine saygılıyız...

Benim amacım bu şiiri ve öyküsel şiirleri tartışmaya açmak değil, bu şiiri vesile ederek ülkemdeki buzul ve kürtüklere dikkati çekmek, onlara hallerini ve sonlarını hatırlatmaktır.

Kim buzul, kim kürtük? Buzul hep dorukta, hep iktidarda olan, olmak isteyen, hep öyle kalmak isteyen, hep öyle kalacağını sananlardır. Kürtük'se, gelip geçici kara kışlara güvenip kendini güçlü sananlardır.

Var mıdır bu ülkede bunlar? Vardır, tartışmasız vardır.

Bu varlara Bahtiyar Vahapzade'nin dizeleri ile de seslenelim, belki bizimkiler yeterli gelmez, bize kulak asmaz, ciddiye almazlar, olur a...

Bakın ne diyor rahmetli Vahapzade:

"Ağaca bak! İlahi, başı varmış buluta/Sanki hasretle bakar onun ucalığına (yüceliğine)/Alçak boylu çalı da...

Amma çalı bilmir ki, her yahşıda (iyilikte) yaman (kötülük) var/Tenhadır ucalıklar (yücelikler/yüceler)

Zirvenin kulakları dost ahtarıp (arayıp) özüne (kendine)/Etrafına şeklenir (kulak veriyor)/Çalı bilmez ucalan, ucaldıkça teklenir"

Yaa işte böyle ucalmak yani yücelmek, yükselmek, tenhalık da getirir; kalabalıklar, iyi gün dostları arasında, saraylarda ve kâşânelerde daha çok tek ve tenha olurlar bu doruk sarhoşları. Bu tenhalığın tekin olmadığının ayırdına da varamazlar çoğu kez...

Âşık Yaşar Reyhani'nin uyarısı da bu minval üzere idi: "Sakın dağlar gibi yüceyim deme/Zaman gelir etrafını kar alır" diye uyardıktan sonra, kaçınılmaz sonu hatırlatmaktaydı kendine ve kendini yitirenlere: "Reyhani iyilik yap, o kalır destan/Bir günde toprağı verirler üsten/Varlığın kefendir evin kabristan/Nöbetçin iki taş bir mezar olur"

İşte bu şiirler, "Düşmez kalkmaz bir Allah" sözündeki hikmeti unutanlara; bir hal bildirme, had bildirme ve bir uyarıdır...

Ne diyordu İngiliz Siyasetbilimci Lord Acton "İktidar ifsad eder, mutlak iktidar, mutlaka ifsad eder."

İfsad ne demek? Bozmak, azdırmak demek... Yani bozuldunuz, azdınız efendiler, kendinize geliniz!..

Yazarın Diğer Yazıları