Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

Davulun tokmağını tutan meçhul kim?

Polis, MİT, yargı ve hükümet arasında yaşananlar, belli ki bugüne kadar öne sürülen cümle tezleri bir kalemde silip attı. 
Polisin toparladığı delillerle bir yığın insan kodese tıkılırken “Yargı bağımsızdır” diye geviş getirenler, aynı yargı yine ‘aynı polisin’ toparladığı delillerle ‘yolsuzluk’ ve ‘rüşvet’ soruşturması başlatınca “Yargı haddini aştı” demeye başladılar. 
Düşman ülkenin ‘gayrinizami harp unsuru’ gibi devlet malına çökmeyi, köşe kapmayı, koltuk kapatmayı ‘strateji’ sananlar, devletin güvenliği için bir takım ihanet şebekelerine sızmaları bile ‘derin yapılar’ ile bağdaştırmaya kalkıştılar. 
Ne demek devletin örgütlere eleman yerleştirmesi? Olur mu efendim? ‘Hukuk’ devletinde bu tür işler ancak ‘karanlık güçlerin’ yapabileceği türden şeylerdir. 
Onlar ise kayıtsız şartsız bir ‘şeffaflığın’ içindeler; ama ‘nasıl bir şeffaflığa’ sahip olduklarını ‘kendileri’ bile izah edecek durumda değiller. 
Tablonun adını koymaya kalkışan herkes, işin bir tarafından çuvallayıp duruyor. 
Zira sesi çok uzaklardan duyulan ‘davula’ vurulan tokmak ‘kimin’ elinde, tatmin edici bir cevap vermek her baba yiğidin harcı değil. 
‘Ses’ var, ‘gürültü’ var, lakin ‘gerçeğe’ ilişkin kırıntı dahi ortada yok.

***

Öyle bir tablo çiziliyor ki, sanki ‘emniyet’ ile ‘istihbarat’ çekişiyor, ‘yargı’ alet ediliyor, kabak ise ‘siyasal iktidarın’ başına patlıyor.
Sanki ‘polisteki atamaları’ başka, ‘MİT’teki atamaları’ başka bir iktidar yapıyor.
Yahut söyleyemedikleri şu var:
- “Hükümet, bir takım bağlantılar ve taahhütler çerçevesinde iktidarı bir takım odaklarla paylaşmış durumda, bazı kurumlara söz geçiremiyor.”  
Herkes kendi kafasına göre bir senaryo uyduruyor, ama kimse olup bitenlerden kimin kârlı çıkacağı gerçeğine pek bakmıyor. 
Peki kim kârlı çıkacak sahi; ‘cemaat’ mi, ‘iktidar’ mı, yoksa her ikisinin de ötesinde, her ikisini de kukla gibi oynatan çok daha farklı odak mı? 
Dedik ya, ‘tokmağın’ kimin elinde olduğunu kestirebilmek bu şartlarda hayli zor. 
Ama zor olmayan bir şey var, o da bu hengamede herkesin bilerek ya da bilmeden bir ‘kullanılmışlık’ sendromu ile karşı karşıya gelmiş olduğudur. 
Elbette işin ‘uluslararası’ boyutu göz ardı edilemez; hatta biraz makul düşününce işin ‘dışarıda kotarıldığı’ kuşkusuz bir şekilde ortaya çıkacaktır. 
Fotoğrafa uymayan şey, ‘kimin kimlerle halvet olduğu’ konusudur. 

***

 “Bunlara artık bazı şeyleri yıktırmanın çok zor olduğu” mu düşünülüyor, yoksa  “Bunlar yeterince yıktılar, yeni ekibe yol vermenin zamanı geldi” mi deniyor?
‘Davul’ büyük bir gürültüyle çalıyor; ‘esrarengiz’ elin her hamlesi, ‘oyunun figüranlarını’ bile dehşete düşürecek tınılar çıkarıyor. 
Ekran güzeli uzmanlar, stratejistler, akıl hocaları, akil adamlar, kanaat önderleri artık aklınıza kim gelirse ‘kem-küm’ ile vakit geçiyor. 
İlk defa topu birden samimi bir şekilde ‘ne olduğunu’ bilememenin sıkıntısı içinde.
Zaten bu tür oyunlarda böyle olur; herkese ‘fotoğrafın bir bölümü’ ezberlettirilir ve sürekli ‘o bölüme ilişkin’ ahkam kesmesi istenir. 
İş buraya kadar kolaydır. Ama günü geldiğinde ‘parçalar’ geri alınıp şöyle bir karılır. Sonra herkes ‘bir başkasına’ düşen parçayla ilgili de bilgiye sahip olur. 
Ezberler bozulur, kafalar tamamen karışır. 
“Yahu yanılmışız” demek, onurlu bir özür, yahut tövbe istiğfar herkesin harcı değil.
Hal böyle olunca da masadaki herkes ‘kaybetmiş’ olarak mekanı terk eder.
Oyunun kazananı sadece ‘davulun tokmağını’ tutan meçhul kişidir.

***

Davulun sesi ‘uzaktan’ hoş gelir 
Ama dikkat ediniz; davulun sesi ‘karşı köyden’ değil, bu kez Ankara’nın yüksek rakımlı tepelerinden geliyor. 
Belli ki filmin ‘finaline’ yakın bir yerlerdeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları