Özellikle son aylarda, Türkiye’de hukukun siyasetin alanına sert şekilde nüfuz ettiği bir dönem yaşanıyor. Bugün, Ekrem İmamoğlu hakkında art arda açılan soruşturmaları, tutuklama girişimlerini, casusluk”, diploma”, ihaleye fesat” gibi farklı başlıklarda yürüyen hukuki hamleleri alt alta koyduğumuzda, şu soruyu artık kaçınılmaz biçimde soruyoruz: Hukuk gerçekten mi işini yapıyor, yoksa hukuk üzerinden bir siyasal mücadele mi yürütülüyor?

Bu soruya yanıt ararken, CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, bu yaşananları lawfarekavramıyla açıkladı ve kavram kısa sürede popüler oldu.

Soruşturmanın Siyaseti

Lawfare, hukukun meşru bir mekanizma olmaktan çıkarılıp siyasî sonuç üretmek üzere stratejik bir araç hâline getirilmesini anlatıyor. Dünyanın birçok ülkesinde tartışılan bu fenomen, bugün Türkiye’nin gündemine de çok güçlü bir şekilde girmiş durumda.

Lawfare’i anlamak için önce basit bir ayrım yapmak gerekiyor: Elbette her siyasetçinin, her bürokratın, her kamu görevlisinin hukuka uygun davranıp davranmadığı araştırılabilir. Bundan daha doğal bir şey yok. Ancak sorulacak soru şu: Hukuki süreçler gerçekten hukuki zeminde mi ilerliyor?

Latin Amerika’dan Avrupa’ya kadar pek çok tartışmalı lawfare örneği mevcut. En meşhurlarından biri, Brezilya’da Lula da Silva’nın seçimlere girmesini engelleyen sürecin yıllar sonra “hukuki değil siyasî” olduğuna hükmedilmesi. Bir diğer örnek, İspanya’da Katalan liderlere açılan davaların “birlik siyaseti”nin parçası hâline geldiği tartışmaları.

Peki, Türkiye’de yaşananlar bu çerçeveye yakın mı?

Suçlu Algısı

Lawfare tartışmalarında en kritik noktalardan biri, hukuki süreç ile medya senkronizasyonudur.

Yani soruşturma sadece hukuki bir işlem olmaktan çıkar; bir iletişim kampanyasının parçası hâline gelir. Daha dava açılmadan suç algısı oluşur, daha yargılama başlamadan “mahkûmiyet” havası yaratılır.

Ayrıca İmamoğlu’nun yalnızca bir belediye başkanı değil, potansiyel bir cumhurbaşkanı adayı olarak görülmesi, hukuk ile siyasetin buluştuğu bu noktanın önemini artırıyor.

Çünkü lawfare literatürü bize şunu söylüyor: Hukuki süreçlerin siyasi figürlerin seçimlere katılımını engellemek için kullanılması, modern demokratik gerilemenin en görünür yöntemlerinden biridir.

Sonuçta mesele yalnızca bir siyasi figürün hakkındaki soruşturmalar değil; mesele, bu ülkenin adalet terazisinin gerçekten kime, nasıl ve ne zaman çalıştığını anlamak. Bugün Ekrem İmamoğlu üzerinden yürütülen süreçler, yarın başka bir ismin etrafında dolaşabilir. Bu nedenle lawfare tartışması, bir partiyi değil, bir kişiyi değil, hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü hukuk, bir kez siyasetin taktik enstrümanına dönüştüğünde kimse güvende olmaz; bugün hedef olmayan, yarın kolaylıkla hedef hâline gelebilir.

Asıl soru da burada düğümleniyor: Türkiye, hukuku yeniden adaletin soğukkanlı zeminine mi oturtacak, yoksa siyasetin sıcak hesaplarında bir araç olarak kullanılmasına göz mü yumacak? Bu soruya vereceğimiz cevap, yalnız bugünü değil, gelecekte nasıl bir ülkede yaşayacağımızı da belirleyecek.