Geçtiğimiz günlerde Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafında Ankara’da düzenlenen Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması” başlıklı sempozyum, başlığıyla bile günümüz Türkiye’sinin en sancılı meselesini gündeme taşıdı. TBB’nin açılış konuşmasında vurgulandığı gibi, yargı sadece hukuki bir kurum değil; devlet düzeninin, toplumsal güvenin ve temel hakların teminatıdır.

Sempozyumda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının korunması” ile yargının araçsallaştırılması riski” uzun uzun tartışıldı. Yüksek mahkemelere bağlı kararların uygulanmaması, uluslararası mahkeme (özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarının görmezden gelinmesi, hukuk devleti ilkelerinin zayıflaması gibi sorunlar sempozyumun merkezine oturdu.

Son dönemde yargı

Sempozyumda tartışılan “yargının araçsallaştırılması”nın teorik çerçevesi, bugün gazeteci ve medya dünyasında en canlı hâliyle görülüyor. Medya organları, artık “yarın ne olacağı belli olmayan” bir zeminde hareket etmek zorunda.

Bununla birlikte, yargı bağımsızlığını kaybettiğinde adalet kağıt üzerinde kalıyor. Altaylı davası bunun en güncel kanıtı: Bir kişinin sözleri, muhatabına göre cezaya dönüşebiliyor. İşin acı tarafı, bu kararların siyasetle paralel ilerlemesi. Adalet terazisi, artık siyasetin ritmine göre sallanıyor.

Sempozyumda da dile getirilen bir başka gerçek: Yargının araçsallaştırılması, sadece bireyleri değil, toplumsal çoğulculuğu da zedeliyor. Bir belediye başkanının tutuklanması, sadece o kişiyi değil, temsil ettiği seçmen iradesini de etkiliyor. Yargı, bağımsız olsaydı siyasi tartışmaların özgürce sürdürülmesine alan açardı.

Hukukun pusulası

TBB’nin sempozyumu aslında bir hatırlatma niteliğindeydi: Yargı bağımsız değilse, adalet toplumun güvenini yitirir. Fatih Altaylı davası, belediye başkanlarının tutuklanmaları ve diploma iptalleri, bunun somut örnekleridir.

Bu sempozyum, yalnızca hukukçuların toplantısı değil; bütün Türkiye’nin aynaya bakma çağrısıydı. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlık ve adalet, salt teori değil; günlük hayatımızın sigortası. Medyacısından siyasetçisine, muhalifinden destekçisine kadar herkesin gözü bu sigortadadır.

Bugün, gazetecinin cümlesi ceza konusu olabiliyor; yerel yönetim iradesi yargı eliyle sarsılabiliyor; mahkûmiyet kararları ve uygulamalar keyfiyetle şekillenebiliyor. Eğer yargı bu biçimde işliyorsa — ki sempozyumun uyarısı da bu — o zaman adalet değil, güç dağılımı konuşuluyor demektir.

Sempozyumda dile getirilen eleştiriler, sadece siyaset değil; toplumun geniş kesimlerinde yankı buluyor. Hukuk, yeniden güven kazanmak istiyorsa, önce kırılan aynayı tamir etmeli. Yargı bağımsızlığı yeniden teminat altına alınmalı. Çünkü adalet, hiçbir zaman bir lüks değil; her zaman bir ihtiyaçtır.