Meral Akşener: "Sözde Kürdistan'ın bir parçası Türkiye'de diyen Hamas’ı niye savunuyorsun?"

Meral Akşener: "Sözde Kürdistan'ın bir parçası Türkiye'de diyen Hamas’ı niye savunuyorsun?"
İYİ Parti’nin grup toplantısında konuşan Meral Akşener Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenerek: ”Sakın beni, kendinle karıştırma. Söyle bakalım, sen; sözde kürdistan’ın bir parçasını, Türkiye’de gördüğünü söyleyen, Hamas’ı; ne diye savunuyorsun?” dedi.

Partisinin bu haftaki grup toplantısında konuşan Meral Akşener, Cunhuriyet’in 100. Yılına ilişkin mesajlar verdi. Ülkede süregelen ekonomik sorunlara değinen Akşener, iktidarın İYİ partinin HAMAS’a yönelik “Terör örgütü” açıklamalarına tepki gösterdi. Akşener Erdoğan’a seslenerek: “Ama sayın Erdoğan hâlâ, canhıraş bir şekilde, Hamas’ı savunuyor. Bir de dönüp, gerçekleri söylediğimiz için, bize kızıyor. Neymiş? Biz Hamas’ın ne olduğu, bilmiyormuşuz.

Bak sen şu işe…Sayın Erdoğan; Biz evellallah, tarihi, senin gibi, yarım akıllı, fesli meczuplardan öğrenmedik. Dış politikayı da;İdeolojik hezeyanlar yaşayan, romantik saray danışmanlarından öğrenmedik. Sen, onun bunun elinde, bir o yana, bir bu yana, savrulmaya alışık olabilirsin.

Ama sakın beni, kendinle karıştırma. Söyle bakalım; Sen; sözde kürdistanın bir parçasını, Türkiye’de gördüğünü söyleyen, Hamas’ı; ne diye savunuyorsun?” dedi.

AKŞENER’İN AÇIKLAMALARI ŞU ŞEKİLDE:

Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Milletçe gururlandığımız, bir hafta sonu geçirdik…

Memleketimizin, dört bir yanında;

Cumhuriyetimizin, 100’üncü yılını, büyük bir coşkuyla kutladık.

Eşit, şerefli ve müreffeh bir yaşamın anahtarı olan, Cumhuriyetimizin;

Türk milletinin, birleştirici gücü olduğunu,

bir kez daha hatırladık…

Mehmet Akif Ersoy, ne güzel söylüyor:

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez...”

Nitekim;

Geçtiğimiz pazar günü de, gördük ki;

Bir olduğumuzda, ne kadar güzeliz…

Bir sevinci, beraber paylaşırken, nasıl da mutluyuz…

Ortak bir değerimizde buluşurken, nasıl da gururluyuz…

Sokakları, dükkânları, evleri kaplayan, Türk bayraklarının;

o muhteşem manzarası karşısında, nasıl da umut doluyuz…

Rabbim nazarlardan korusun;

birliğimizi daim eylesin.

Asırlara meydan okuyan, bu beraberliğimizin;

tüm engellere rağmen, ilelebet devam edeceğine,

yürekten inanıyorum.

Bizleri;

aynı sevinçte, aynı heyecanda, aynı gururda buluşturan, bu güzel ruhun mimarı,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz, başta olmak üzere;

tüm istiklal kahramanlarımıza, şanlı ecdadımıza,

bir kez daha, şükranlarımı sunuyorum.

Ruhları şad, mekânları cennet olsun.

Ayrıca bu vesileyle;

Cumhuriyetimizin, 100’üncü yılını;

bizler gibi, büyük bir sevinçle karşılayan;

Türk Cumhuriyetlerindeki, tüm kardeşlerimize de,

selamlarımı gönderiyorum.

Dünyanın dört bir yanında,

Türk bayrağının gölgesinde, huzur bulan tüm vatandaşlarımıza,

sevgilerimi iletiyorum.

Haklı gururumuzu kutlayan, sevincimize ortak olan,

dünyadaki, tüm Türk dostlarına teşekkür ediyorum.

Değerli dava arkadaşlarım;

Sivas’taki heyecanı, Kastamonu’da da izlemek;

İstanbul’daki coşkuyu, Manisa’da da hissetmek;

Anıtkabir’e uzanan kuyruklardaki gururu, Konya’da da görmek…

İşte Cumhuriyet, tam anlamıyla budur.

Cumhuriyetimiz;

81 ilimizi birbirine bağlayan, bir gönül köprüsüdür.

Cumhuriyetimiz;

Her hayat tarzından, her meslekten, her coğrafyadan, 85 milyon insanımızı;

eşitleyen, birleştiren ve kavuşturan bir yuvadır.

Cumhuriyetimiz;

Nice zorluklarla sınanmış, Türk milletini,

küllerinden doğuran, kaderini değiştiren, bir müjdedir.

Cumhuriyetimiz;

Babadan oğula geçen, saltanatın yerine;

egemenliği, kayıtsız şartsız millete veren,

bir büyük, medeniyet hamlesidir.

Cumhuriyetimiz;

Bir kişinin, keyfi kararları yerine;

Anayasa, hukuk ve adalet ile yönetilmektir.

Cumhuriyetimiz;

Tebaa yerine, millet olmaktır.

Esaretin zincirlerinden kurtulup, hürriyete kavuşmaktır.

Coğrafya duvarlarını, yıkan;

Cam tavanları, delip geçen;

Gümüş kaşıkları, kenara iten;

Türk milletinin her bir ferdine,

eşit şartlarda yarışma fırsatı sunan;

bir toplumsal atılımdır.

Cumhuriyetimiz;

Türk’ün;

akılla, bilimle, erdemle bezeli, medeniyet yoludur.

Bu topraklarda, emperyalizme karşı kazanılmış,

en büyük zaferin, kreşendosudur.

İşte bu yüzden;

Cumhuriyetimiz, bizim için;

başka hiçbir ülkede olmayan,

derin ve çok özel bir anlam taşıyor.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki;

Cumhuriyetimizin, bu kıymetini, bir an olsun unutturmayacağız!

Atamızın, en büyük emanetine,

her şart ve koşulda, sahip çıkacağız!

Cumhuriyetimizi, ilelebet payidar kılacağız!

100 yıldır olduğu gibi, yeni yüzyılımızda da;

Hilal ve yıldızımız;

Beyaz ve kırmızımız;

Türk’ün medeniyet yolu, Cumhuriyetimiz;

Bir çift mavi gözün ışığıyla, pırıl pırıl parlayacak!

Aziz milletim;

Biz, Allah’ın lütfuna haiz olmuş, kısmetli bir milletiz…

100 yıllık Cumhuriyetimizle,

egemen bir milletiz.

Kendi toprakları üzerinde, hür yaşayan,

bağımsız bir milletiz.

Bunun için, Cenabıhakk’a ne kadar şükretsek;

Bize, böyle kutlu bir miras bırakan kahramanlarımıza,

ne kadar dua etsek, azdır…

İşte; Filistin’de yaşananları görüyoruz…

Bizim kadar kısmetli olmayan, mazlum milletlerin,

ne acılar çektiğine, özellikle son dönemde,

tüm çıplaklığıyla, şahit oluyoruz…

Gazze’de yaşanan, Netanyahu terörü,

hız kesmeden, devam ediyor…

Her geçen gün, yüzlerce çocuk,

vicdansızca atılan bombaların hedefinde,

can vermeye devam ediyor…

Bu vesileyle;

Filistin halkına, bir kez daha, derin üzüntülerimi,

ve başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Ne yazık ki, her yüzyılda;

İnsanlığın başına bela olmuş,

birkaç psikopat çıkıyor…

İçinde bulunduğumuz yüzyılın, baş psikopatı da,

hiç şüphesiz ki, Netanyahu’dur.

Umuyorum ki;

Netanyahu son olsun.

Umuyorum ki;

bu teröristin eylemleri, bir an önce son bulsun.

Bu yaşananlar da,

insanlığın yaşadığı, son acı olsun…

Değerli dava arkadaşlarım;

Filistin’de meydana gelen olaylara,

siyasi aidiyetlerin, üstünde bir bilinçle bakmak,

ve yaşananları, doğru tanımlamak zorundayız.

Savaş tarihi, bize göstermiştir ki;

Bugüne kadar, büyük savaşlar;

her seferinde, bir kumpas ve kışkırtmayla tetiklenmiştir.

Çünkü bir toplumu,

topyekûn bir savaşa ikna etmek için, en elverişli yol;

toplumdaki, intikam ve korku duygularını tetiklemektir.

İşte Hamas’ın, terör saldırısı da;

İsrail toplumuna, korku saldığı gibi;

Netanyahu’ya da, gözü dönmüş gaddarlığını sergileyeceği,

bir bahaneyi, hediye etmiştir.

Hamas’ın, sivilleri katleden eylemleri;

Filistin’in, uluslararası hukuktan doğan, haklarını gölgelemiş;

Netanyahu’nun, kirli ajandasına hizmet ederek;

en büyük darbeyi, Filistin halkına vurmuştur.

Hamas’ı, Filistin’i temsil eden, meşru bir siyasi yapı olarak tanımlamak;

Filistin hükûmetini, yok saymaktır.

Hamas’ı, Filistin’in yegâne temsilcisi görmek,

Filistinli sivilleri, dünyaya terörist olarak göstermeyi hedefleyen,

Netanyahu’nun, insanlık dışı tezlerine dolaylı destek vermektir.

Elbette ki;

Topraklarını, İsrail işgaline karşı savunmak;

Filistinlilerin, en doğal hakkıdır.

Ancak, bu haklı direnişin sözcülüğünü, Hamas’a devretmek;

Filistin’e değil, Netanyahu’ya yapılan bir hizmettir.

Ve Netanyahu’ya hizmet eden, bir dış politika da;

barışı getirmeyeceği gibi;

hiçbir çocuğun, hiçbir kadının ve hiçbir sivilin,

canını kurtarmayacaktır.

Her şeyden önce, şunu söylemek isterim ki;

Hamas’ın saldırılarının, zamanlaması, her türlü şüpheye açıktır.

Kime ve neye hizmet ettikleri de, şüphelidir.

Unutmayalım ki, bu saldırılar;

Netanyahu’nun, toplumsal desteğinin,

adeta eridiği bir dönemde gerçekleşti.

İsrail’in yıllardır sürdürdüğü zulmün,

bizzat İsrail toplumu tarafından, eleştirildiği bir dönemde gerçekleşti.

Kalıcı barıştan yana bir tavrın,

İsrail’de iktidara gelmesinin, hemen öncesinde gerçekleşti.

Ve nitekim bugün, İsrail halkı;

Netanyahu’nun, saldırıya, bilinçli olarak göz yumduğunu konuşuyor.

İsrail Genelkurmayı’nın uyarılarını, dikkate almadığını konuşuyor.

Hatta ve hatta;

Netanyahu’nun bu saldırıyı, bizzat organize etmiş olabileceğini bile konuşuyor.

Ama sayın Erdoğan hâlâ, canhıraş bir şekilde, Hamas’ı savunuyor.

Bir de dönüp, gerçekleri söylediğimiz için, bize kızıyor.

Neymiş?

Biz Hamas’ın ne olduğu, bilmiyormuşuz…

Bak sen şu işe…

Sayın Erdoğan;

Biz evellallah, tarihi,

senin gibi, yarım akıllı, fesli meczuplardan öğrenmedik.

Dış politikayı da;

İdeolojik hezeyanlar yaşayan,

romantik saray danışmanlarından öğrenmedik.

Sen, onun bunun elinde, bir o yana, bir bu yana,

savrulmaya alışık olabilirsin…

Ama sakın beni, kendinle karıştırma.

Söyle bakalım;

Sen;

sözde kürdistanın bir parçasını,

Türkiye’de gördüğünü söyleyen, Hamas’ı;

ne diye savunuyorsun?

Ortada, Filistin’in meşru bir hükümeti varken;

sanki Filistinliler için, hayırlı bir iş yapmış gibi;

sen neden, Hamas’ı meşru görüyorsun?

Bu kadar şaibeli bir eyleme imza atanları;

sen, hangi akılla, “mücahit” diye lanse ediyorsun?

Amacın nedir Sayın Erdoğan?

Filistin’in haklılığını, zayıflatmak mı istiyorsun?

Netanyahu terörüne, zemin kazandırmak mı istiyorsun?

Yoksa;

Zaten, aportta bekleyen dünya kamuoyunun,

Filistinlileri, terörist diye etiketlemesini sağlamak mı istiyorsun?

Seni buradan uyarıyorum:

Sorumsuzca yaptığın açıklamalarla;

Netanyahu’nun değirmenine, su taşıyorsun.

Türkiye’nin, bugüne kadar sergilediği, rasyonel duruşa,

ve üstlenmeye çalıştığı, ara bulucu rolüne, zarar veriyorsun.

En büyük kötülüğü de,

Filistinli mazlumların, haklı davasına yapıyorsun.

Senin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Cumhurbaşkanı olarak,

yapman gereken;

Türkiye’nin, terörün her türlüsüne, karşı olduğunu anlatmaktır.

Yapman gereken;

Filistinli çocukları,

arasına sıkıştıkları, Netanyahu ve Hamas’tan,

kurtarmanın yolunu aramaktır.

Yapman gereken;

Netanyahu’nun yazdığı senaryoya, figüran olmak değil;

o kirli senaryoyu, bozan olmaktır.

Yani aslında;

Hamas’ın iletişim başkanı gibi değil;

Yüz yılını devirmiş, büyük Türk devletinin,

Cumhurbaşkanı gibi davranmaktır.

Aziz milletim;

Ülkemizin, değişmeyen tek gündemi,

ne yazık ki hâlâ, ekonomi…

Her geçen gün, ağırlaşan bir tablo ile, karşı karşıyayız.

İnsanlarımız, gençlerimiz, çocuklarımız,

ve hatta bebeklerimiz,

sağlıklı ve dengeli beslenemiyor.

Ve bu acı gerçek, maalesef;

Sokaklarda, dükkanlarda, evlerde,

her gün, daha da çarpıcı bir biçimde, karşımıza çıkıyor.

Israrla sürdürülen yanlışlar, elbette,

iktidardakilerin hayatlarını, etkilemiyor olabilir…

Ancak vatandaşlarımız, ekonomideki yanlış kararlar yüzünden,

ağır bedeller ödüyor.

Ekonomiyi, oyuncağa çeviren iktidar;

seçimin üzerinden, 5 ay geçmesine rağmen;

maalesef hâlâ, kapsamlı bir ekonomik reçeteyi, ortaya koyamadı.

Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon altında ezilen, insanlarımız;

barınma krizi, açlık tehlikesi ve derinleşen yoksulluk gerçeği ile,

bir başlarına bırakıldılar.

Birkaç gün önce, TÜRK-İŞ;

"Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın”,

Ekim 2023 sonuçlarını açıkladı.

4 kişilik bir ailenin;

sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için;

yapması gereken, gıda harcamasını;

yani "açlık sınırını";

13 bin 648 lira olarak belirledi…

Peki asgari ücret ne kadar?

11 bin 402 lira.

En düşük emekli maaşı ne kadar?

7 bin 500 lira.

Biliyorsunuz, bir de, "yoksulluk sınırı" var.

O da tam, 44 bin 573 lira olarak açıklandı…

Sizce, Türkiye'de kaç ailenin cebine,

aylık, 44 bin 573 lira giriyor?

Ülkemizde, her iki çalışandan biri, asgari ücretli.

Yani, milyonlarca emeklimiz, milyonlarca çalışanımız,

açlık ve yoksulluk içinde yaşıyor.

Durumun vehametine bakar mısınız?

Buradan, açıkça ilan ediyorum:

Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında, bu tablo;

Türkiye için, bir utanç vesikasıdır.

Bu tablo;

İktidarın, Türkiye’yi yönetemediğinin,

buz gibi ispatıdır.

Değerli dava arkadaşlarım;

Türkiye, kendi insanını, aç ve açıkta bırakmayacak kadar,

büyük ve güçlü bir devlettir.

Ve ülkemiz, böylesi kötü bir yönetimi, hak etmiyor.

Türk milleti, yoksullukta eşitlenmeyi, hak etmiyor.

Türk gençleri, bu şekilde, çaresizliğe terk edilmeyi, hak etmiyor.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta,

yüreğimizi yakan bir olay yaşadık…

Zeren Ertaş kızımız;

Aydın’da, bir KYK yurdunda;

bakımı ihmal edilen asansörde sıkışarak;

hayatını kaybetti…

Öğrencilerin, birçok kez,

yurt yönetimine, şikâyet etmelerine rağmen;

hiçbir önlem alınmamış…

Ve henüz 22 yaşında,

daha hayatının baharındaki Zeren’i;

bir kazaya değil;

bir şuursuzluğa, ciddiyetsizliğe, niteliksizliğe, kurban verdik…

Yüce Allah, ailesine ve sevenlerine,

sabr-ı cemil ihsan eylesin.

Mekânı cennet olsun.

KYK yurtlarındaki ihmaller, iş bilmezlik ve niteliksizlik;

artık çocuklarımızı, canından ediyor.

Zeren’in acısı, tüm Türkiye’nin yüreğine, kor gibi düşerken;

“Ölmek istemiyoruz, nitelikli yurt hakkımızdır!” diyen,

binlerce gencimiz de, hakkını aramaya başladı.

Gençlerimizi, artık bir rezillik boyutuna ulaşan, yurt sorunuyla,

yalnız bırakamayız, bırakmayacağız.

Cumhuriyet vizyonumuzun,

en büyük değer olarak gördüğü gençlerimizi;

böylesi bir çaresizliğe, terk etmeyeceğiz.

Değerli milletvekilleri;

Böyle acıları yaşamamızın, temel sebebi,

bir öncelik ve vizyon meselesidir.

Biliyorsunuz, Ak Parti yöneticileri, son dönemde;

kendi iktidarlarını, Cumhuriyet’le kıyaslayacak kadar,

şuurlarını kaybetmiş, şirazeden çıkmış durumdalar…

Bakın size, bu kıyas meraklısı arkadaşların vizyonuyla;

Cumhuriyet vizyonu arasındaki, büyük uçurumu gösteren,

çok güzel bir örneği;

Eski Başbakanlarımızdan, merhum Dr. Sadi Irmak’ın,

bir anısını anlatayım…

Kendisi, şöyle aktarıyor;

“1923 yılı Ekim ayındaydık.

Büyük Zafer’den sonra, Atatürk; iki harekette bulunmuştu:

Birincisi; İzmir’de topladığı, İktisat Kongresi’dir.

Ki; “millî ekonomi” sözü, tarihimizde ilk defa,

bu kongrede ortaya atılmıştı…

İkinci hareket ise;

Avrupa’ya, ilk öğrenci kafilesinin gönderilmesidir.

Bu ilk kafilede, Avrupa’ya gitmek üzere, 150 arkadaş başvurmuştu.

Son derece sıkı bir eleme sınavı geçirdik.

Bir süre sonra, sonuçlar ilan edildi.

150 kişiden, 11 kişi seçilmişti.

Benim ismimin yanına, Atatürk;

“Berlin Üniversitesi’ne gitsin.” diye yazmış…

Yola çıkacağımız gündü.

Berlin’e, Balkanlardan ve Polonya’dan geçen, bir trenle gidilirdi.

Vakit geldi, Sirkeci Garı’ndayım; ama kafam çok karışık…

“Gitsem mi, kalsam mı?”

“Beni orada unuturlar mı?”

“Para yollarlar mı?” diye düşünüyordum.

Tam, gitmemeye karar verip, geri döndüğüm sırada;

bir posta müvezzininin, sesini duydum:

Elime, bir telgraf tutuşturdu.

Telgraftaki imza, Milli Eğitim Bakanı’nındı.

Atatürk’ün emriyle çekilmişti.

İçinde, hatırımdan çıkmayan şu cümle vardı:

"Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum,

alevler olarak geri dönmelisiniz."

Telgrafı okuyunca, düşündüklerimden, olağanüstü utandım.

“Şimdi, gel de gitme;

git de çalışma;

dön de, bu ülke için, canını verme.” dedim.

Düşünün...

1923’te, o kadar işinin arasında,

11 öğrencinin, nerede, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen;

ona göre, telgraf çeken bir liderin önderliğinde;

bu ülke için, can verilmez mi?

Gittim, çok çalıştım, çok başarılı oldum.

Ülkeme, “alev” olarak döndüm.

Önce İstanbul Üniversitesi, Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdum.

Kürsü başkanı oldum.

Daha sonra, ülkemin başbakanlığını yaptım.

Ben kim miyim?

Ben sadece, iki satırlık bir telgrafın yarattığı,

bir bilim adamıyım...”

İşte size, Cumhuriyetimizin vizyonu…

İşte size, o kendilerini kıyaslamaya, cüret ettikleri Cumhuriyet’in,

gençlere verdiği önem…

Onlar aksini iddia etseler de;

Ak Parti iktidarının, bu vizyonun, yanından bile geçemediği;

hepimizin, 21 yıldır, ibretle şahit olduğu bir gerçek…

Ancak;

100 yıllık bir devleti temsil edenlerin,

gençlerimizin ölümüne, göz yummaları da, kabul edilemez.

Değerli dava arkadaşlarım;

Öğrenci yurtları;

Öğrencilere, Türk milleti için,

ne kadar önemli olduklarını hissettireceğiniz, ilk duraktır.

Ama ne yazık ki;

Lüks içinde, şatafat içinde yüzenler;

geleceğimizin mimarı, o gençlere;

8 kişi, 10 kişi kaldıkları, daracık odaları;

dip dibe sıkıştırılmış, ranzaları layık görüyor.

Şahlanış masalları anlatanlar;

irfan peşinde koşan gençlerimize,

işte böyle, “hoş geldin” diyorlar.

Devletlerine, milletlerine adanmışlarını, perçinlemek yerine;

adeta, içlerindeki kıvılcımı, söndürmek için çalışıyorlar.

Pek çok KYK yurdunda, doğru düzgün gıda bile verilmiyor.

O genç Cumhuriyet;

O, savaştan yeni çıkmış Cumhuriyet;

yurt dışına gönderdiği evlatlarını bile;

oralarda aç bırakmadı.

Ama, Cumhuriyetin 100’üncü yılında,

bizim evlatlarımız, kendi vatanlarında aç bırakılıyor.

Bizim temel itirazımız, işte budur!

İtirazımız;

Cumhuriyetin değerlerini bilmeden;

Atatürk’ü anlamadan;

bu ülkeyi yönetmeye kalkanlaradır!

Türk Devleti’nin, tüm imkanlarını, tüm gücünü,

kendi yandaşlarının, rant şebekelerinin, ayağına serenlerin;

bu vatanın, gencecik evlatlarına, fırsat vermemesinedir!

Düşünün;

Ensar edebiyatıyla, 8 milyon sığınmacıya, sınır kapılarını açanlar;

bu memleketin öz evlatlarını, görmezden geliyor!

Böyle bir vicdansızlık olabilir mi?

Yazıklar olsun!

Değerli dava arkadaşlarım;

Yurt sorunu, ekonomik şartlara bağlı bir sorun değildir.

Yurt sorunu, bir zihniyet sorunudur.

Bir vicdan sorunudur.

Bir ciddiyet sorunudur.

Yurt dışına giden doktorlarımızın ardından;

“giderlerse gitsinler” diyebilen,

bir kara cehaletin sonucudur.

Oysa;

sadece Osman Gazi Köprüsü’ne, fazladan verilen parayla;

sadece bir ihaleye, fazladan verilen, milyarlarca dolarlık garanti ödemesiyle;

600 bin öğrencimize, yurt yapılabilirdi.

Hem de;

600 bin öğrencimizin tamamına;

modern, ferah, ve içerisinde kendilerini değerli hissedecekleri,

Türkiye’ye yakışır yurtlar yapılabilirdi.

Çünkü;

Türkiye’nin bir kaynak sorunu yok.

Türkiye’nin bir, ahlak sorunu var!

Türkiye’nin bir, zihniyet sorunu var!

Türkiye’nin bir, Ak Parti sorunu var!

Kendileri, sözüm ona itibarları için, hiçbir masraftan kısmıyorlar…

500 milyon dolarlık uçağa biniyorlar…

Sadece o uçağın parasıyla bile;

bugün, 30 bin öğrencimize, yurt yapılabilirdi.

Ama kendi konforlarını, öğrencilerimizin geleceğine tercih ediyorlar.

Yani;

Türkiye’nin bir kaynak sorunu yok.

Türkiye’nin bir, israf sorunu var!

Türkiye’nin bir, vicdan sorunu var!

Türkiye’nin bir, Ak Parti sorunu var!

Değerli dava arkadaşlarım;

Gelin şimdi;

KYK yurtlarındaki sorunları,

önce esas sahiplerinden dinleyelim.

Gençlerimizin çilesini, bizzat kendilerinden dinleyelim.

Gazi Meclisimizde, bugün sözü gençlerimize bırakıyoruz.

Bu hafta, Milletin Kürsüsü’nde,

21 yaşında, genç bir öğrencimiz var.

Beytullah Yiğit aramızda.

Buyur Beytullahçım;

söz de, kürsü de senindir.

Teşekkür ediyorum Beytullah.

Aziz milletim;

Dün Enes’i, bugün de Zeren’i aramızda koparan sebepler;

her ne kadar, birbirinden farklı gibi gözükse de, özü itibariyle,

aynı zihniyetin birer sonucudur.

Ve eğer;

Bu zihniyeti ve bu zihniyetin sahiplerini, değiştirmezsek;

yeni acıların önüne geçemeyiz.

Biz, İYİ Parti olarak, her şeyden önce, ülkemizin;

tüm öğrencilerine, kaliteli bir barınma hizmeti sunmak için;

yeteri kadar kaynağının da, gücünün de olduğunun farkındayız.

Her öğrencimizin;

vakıflara, derneklere, tarikatlara muhtaç kalmadan;

arkasında kapı gibi duran, devletinin varlığıyla,

kendisini güvende hissetmesinin, mümkün olduğunu biliyoruz.

Bu yüzden de ısrarla;

Devlet yurtlarının, bir an önce;

kadro ve disiplin yeniliğine gitmesi gerektiğini söylüyoruz.

Yurt hizmetlerinin;

dernek, vakıf ve tarikatlara ait, özel kuruluşlar tarafından değil;

devlet tarafından, en iyi şekilde verilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Annelerimiz ve babalarımız;

çocuklarının, ne olduğu belirsiz yurtlarda kalmasını değil;

devlet yurtlarında, rahatça ve güvende yaşamasını istiyor.

Bu yüzden de, devlet yurtlarının, sayısının olduğu kadar;

bu yurtlarda verilen, hizmet ve personel kalitesinin de artması,

çok ama çok önemli.

Sevgili gençler;

Sakın ümidinizi kaybetmeyin.

Biz yoksul bir ülke değiliz.

Biz;

Zenginlikleri, rant arsızları tarafından, sömürülen bir ülkeyiz.

Size ait olanı, söke söke almayın diye;

Çalınanların hesabını, sormayın diye;

size, yoksul ülke masalları anlatıyorlar.

Kendileri;

sülale boyu, israfın doruklarında, mutlu mesut yaşarken;

sizlere, kırıntıları bile, çok görüyorlar.

Hâlbuki, Türk Devleti için, her bir Türk genci;

alevlenmeyi bekleyen bir kıvılcımdır.

Bunu asla unutmayın.

Sizi değersiz hissettirenlere de,

Size vasatı layık görenlere de,

asla boyun eğmeyin.

Cumhuriyetimizin kurucu vizyonu;

Cumhuriyetimizin kurucu ahlakı;

Cumhuriyetimizin kurucu değerleri;

elbette İYİ Parti’yle birlikte, iktidara gelecek.

Bundan asla şüpheniz olmasın.

Ve o kutlu gün geldiğinde;

Ne büyük bir ülke olduğumuzu,

milletimizin her bir ferdi hissedecek!

O gün geldiğinde;

Türk milletine reva görülen bu eğri düzen,

ebediyen sona erecek!

İYİ Parti iktidarında;

Hakimiyet yeniden, milletin olacak!

Öğrencilerimiz;

Koğuşlarda değil, batılı yaşıtları gibi, konforlu yurtlarda kalacak.

Her bir evladımız, ne kadar önemli olduğunu, iliklerine kadar hissedecek.

Sadece yurtların kalitesini değil;

Eğitimin kalitesini de, yükseklere çıkaracağımız, tüm adımları atacağız.

Dört duvardan ibaret üniversiteleri;

yakın tarihimizin, en başarılı hocaları ile dolduracağız.

Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında;

Yetişmiş, bilgili, ne kadar evladımız varsa, hepsini göreve çağıracağız.

Onları, Cumhuriyetin emanetine, sahip çıkmaya çağıracağız.

Göreceksiniz, onlar da, bu çağrıya kulak verecek;

ve birer alev olarak, ülkelerine hizmet edecekler.

Çünkü ben;

Her Türk gencinin ruhunda,

Varlığını Türk varlığına adayacak, bir Mustafa Kemal’in yattığına,

yürekten inanıyorum.

Hiç merak etmeyin;

Bu iktidarın, yıllardır söndürmeye çalıştığı o alevi,

biz yeniden tutuşturacağız!

Geçim sıkıntısından, baskıdan, çaresizlikten bunalıp,

artık umutsuz bakan, tüm o gözleri;

yeniden ışıl ışıl yapacağız!

Sömürerek çürüttükleri,

tüm değerlerimizi, geleneklerimizi, duygularımızı;

kararttıkları yüreklerimizi;

yeniden parlatacağız!

Değerli dava arkadaşlarım;

Bugün, Türk siyasetinde, ciddi bir temsil sorunu yaşanıyor.

Aşırı uçlar, marjinal akımlar ve tehlikeli oluşumlar;

ittifak sisteminin, Türk siyasetine dayattığı kutupları, esir alarak;

Türkiye’nin üzerinde, hakimiyet kurmaya çalışıyorlar.

Bunun karşısında ise, biz, İYİ Parti olarak;

Makul, hür ve millî bir siyaset anlayışını;

Türk siyasetinde, yeniden egemen kılmanın, mücadelesini veriyoruz.

Elbette birileri, bundan çok rahatsızlar…

Öyle ki;

“Gelin, millete soralım; milletin iradesi esastır.” diyoruz;

"En iyisini, biz biliriz." diyorlar.

Milletin tercihlerini, yok sayan dayatmalara, karşı çıkıyoruz;

Sanki kötü bir şeymiş gibi, yüzlerini çarpıtarak;

"Sağcı" diyorlar.

Demokrasi çağrısı yapıyoruz;

“Gelin, her parti, seçimlere ayrı girsin; milletimize seçenek sunalım.” diyoruz;

kürsülerden hakaret ediyorlar.

Türkiye'nin geleceği diyoruz;

"Belediyeler bize lazım, sakın ha…" diyorlar.

Memleketin güvenliği, huzuru diyoruz,

İktidara yanlamakla suçluyorlar.

Yeni bir siyaset anlayışını savunuyoruz;

Çift taraftan, yandaş medyaları üzerinden,

parmak sallıyorlar.

Ez cümle;

Bizlerden;

Kendilerine göre, kendileri için,

ve sadece kendilerine yarayan bir sistemin,

parçası olmamızı istiyorlar.

Bunun için de;

Aba altından sopa göstererek, bizi yıldırabileceklerini zannediyorlar.

Yalanla, iftirayla, dedikoduyla, bizi bastırabileceklerini sanıyorlar.

Duvarlarla, engellerle, tuzaklarla, bizi durdurabileceklerini sanıyorlar.

Ama çoook yanılıyorlar!

6 yıl oldu;

Ama hâlâ anlamadılar.

Bizi, sindiremeyeceklerini hâlâ anlamadılar.

Bizi, korkutamayacaklarını hâlâ anlamadılar.

Her fırsatta bizi gömmeye çalışıyorlar;

Ama tohum olduğumuzu, hala öğrenemediler.

Türkiye’nin İYİ ve cesur evlatları!

Biz, İYİ Partiyiz!

Milletten başka kimseye, boyun eğmeyiz!

Milletten başka kimsenin karşısında, hazırola geçmeyiz!

Kurulduğumuz günden beri,

Yalnızca milletimize güveniyoruz!

Sırtımızı da, yalnızca milletimize yaslıyoruz!

Dolayısıyla bu yolda, kimse kusura bakmasın;

milletimizden başka da, hiç kimseye ihtiyaç duymuyoruz!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün;

"Cumhuriyeti yükseltecek olan sizlersiniz!” diyerek verdiği, kutlu görevi,

Siyasetin yeni düzenini kurmak için, üzerimize alıyoruz!

Hürüz, haklıyız, hakkın yanında duruyoruz!

Vizyonumuzla, çözümlerimizle, kadrolarımızla;

Türkiye’nin, Demokratik Millî Yükselişini, gerçekleştirmeye geliyoruz!

Bu kutlu yolda Allah yar ve yardımcımız olsun.

Cenabıhak gayretlerimizi ibadet saysın.

Gazamız mübarek olsun!

Toplantımızı şereflendirdiniz.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

İlgili Haberler