Milliyetçilik bireysel hak ve özgürlükleri önceler mi?
Milliyetçilik adına birçok yazı kaleme alınıyor, kitaplar yazılıyor. Tanımlar yapılıyor; sosyolojik, tarihî, psikolojik yanı, her bir akıl ile tekrar tekrar ele alınıyor.
Bu yazıların ana teması dağınık olarak birçok siyasi partide olan milliyetçi davranış ve düşüncenin tek çatı altında olması ile ilgili tavsiye, belki de daha çok endişe belirten yazılar, konular…
Bu düşünceleri kaleme alanların milliyetçi camiada tanınan isimler olması bir yana; her yazı, paylaşım ve beğenilerine bakınca adeta havanda su dövüldüğü anlaşılıyor!
Okunma sayılarını bilmemekle beraber, sosyal medyada beğeni ve paylaşımlarına bakınca hiçbir tesir alanı oluşturmadıkları görünüyor!
Şahan Gökbakar’ın, Tarkan’ın sosyal medya üzerinden birkaç cümlelik ülke gündemi ile ilgili paylaşımları on binlerce etkileşim alırken, yıllardır aynı camianın dertleri ile yazan çizen hiçbir kimse bu oranda etki yaratamıyor.
Muhtevasını kaybetmiş ve kaybettirilmiş “Türk Milliyetçiliği” hem öksüz, hem yetim kalmış bir çocuk gibi akıbetini bekliyor!
Birbirini yalanlamak için yarışan, doğruları günümüzde değil, geçmişin hatıralarına saklayan ve arayan, günün şartlarına uyup biraz ekonomisini düzelten arkadaşlarının davetinde buluşabilen, kendi sorunlarını çözmeden ülke sorunlarına ahkâm kesen bizler, aynada zamanın hızla geçtiğini görüp, etrafımızdaki her olaya ne kadar etkisiz kaldığımızı hissediyoruz artık!
Bizim tecrübe(!) dediğimiz yaşanmışlıklara kimsenin ihtiyacı yok! O yaşanmışlıkları siyaset adına kullandıkları müddetçe sorun da yok! Yaşanmışlıkları kullandıracağınız kişilerin başarısı sizi ya kahraman yapıyor, ya da hain!
Öylece alışıldı ki, siyasete egemen olan irade (kazanan muktedir) kime ne derse o olunuyor!
Ve böylelikle hiçbir kimse fikirlerde uyuşamıyor. Hiçbir rol model ortaya çıkmıyor! Parçalı siyaset yapısı her an yeni bir sorun ile başka parçalara ayrılıyor…
Başarıyı kim sağlıyorsa O’nun düşünceleri dava(!) oluyor.
Başarı dediğimiz ise, kararlılık ile gidilen yolda mücadele etmek, anadan, yardan geçmek değil; makam/mevki sağlayıcı bir alanda söz sahibi olmak! Biraz koltuk dağılımına karar verici olmak!
Sonuçlarını başarı olarak kabul ettiğimiz kişiler ve o kişilerin temsil ettiği düşünceler kutsallaşıyor(!)
Hayatımızın her döneminde ve ülkenin her döneminde milliyetçilik hep gündemde, birkaç benimseme cümlesi dışında asla muhtevası ile ilgili kimsenin merakı yok gibi! Muhtevası olmayan milliyetçilik, milleti değil güvenlik politikalarını, korkuları önceliyor.
Ülkede en çok satan kitaplar, en çok seyredilen dizi ve filmler, en çok okunan yazarlar, internette en çok tıklanan sayfalarda “Türk milliyetçiliğinin” sıralaması nedir?
amasi birkaç kelimeye yaslanarak, millete gelecek değil, korkular ile yüzleşme vaat eden milliyetçilik anlayışı, taban siyasetinden kopup ne olduğunu bilmediği “kurtarıcı(!) adresi verme” ile meşgul!
Ülkede var denilen sorunlara; “kız alıp verme” ile çözüm teklif eden aklın, “milliyetçi” olarak anılması ne trajedik bir travma!
12 Eylül 1980 yılından bu yana en çok mağdur edilen kesim Ülkücüler/Milliyetçilerdir.
Milliyetçiler/Ülkücüler yaşadıkları olaylar karşısında birbirlerine karşı güvensizlik duymaları sonucunda bölünmelere yol açılmış, ancak Başbuğ’un ölümünden sonra MHP başta olmak üzere hiçbir siyasi yapı bu mağduriyetleri hesap edememiş, öncelememiştir.
Her bir bölünen siyasi yapılaşma, bir diğerini aratan yöneticiler eli ile ülkede sorun çözemeyen bir siyasi anlayışa evrilmiştir. Eleştirdiğine dönüşen, milliyetçi çizgideki siyasi yöneticiler sayesinde milliyetçiler, ülke gerçeklerinden kopmuş gibi görünüyor…
Bireysel hak ve özgürlüklerin içinde yer almayan milliyetçilik, ülke gündeminde marjinalleşmeye doğru hızla yol almaktadır.
Hukuk deyince akla ilk gelen adalet olmalı. Oysa hukuk denince güç akla geliyorsa; bunda milliyetçilerin günahı var mıdır?..
Bireysel hak ve özgürlükleri öncelemeyen hiçbir anlayış, ülkede mal ve can güvenliğinden bahsetmemelidir.
Adaletten önce güvenlik düşünmek, korkulardan ikbal inşa eden siyasetçi tuzağına düşmek demektir. Bu tuzağı bozacak cesur, kararlı bir milliyetçilik anlayışı ile ülkeye ve insanımıza değer kazandırabiliriz. Bunun için korkularımızı değil, cesaretimizi kullanmalı, popüler kültüre teslim olmadan “yaşam hakkını” kültürel değerler gibi gündeme getirip, savunmalıyız.
Eskiyi tekrar ederek değil, gerekirse yeniyi inşa ederek bir yol bulmak ve açmak zorundayız.
Ülkücüler/Milliyetçiler gerekirse bu yol için “Rönesans” yaşamalıdır.
Geçmişte hem tarihî, hem siyasi anlamda inşa ettiğimiz cesaretin, bir grup yönetici elinde heba olduğunu artık görmek zorundayız.
İnandığımız uğruna gözümüzü kırpmadan bedeller ödediğimiz “Türk milleti” için, yeni sözlere, yeni davranışlara, yeni tavırlara ihtiyacımız olduğu çok açık bir gerçektir.
Peki, bölündükçe itiraz ettiğine dönüşen siyasetçiler ile bunu başarabilir miyiz?..
Bireysel hak ve özgürlükleri önceleyen bir milliyetçilik anlayışı inşa edebilir miyiz?..