Hep hak, hukuk, demokrasiden bahseden yazılar yazmaya çalışıyorum. Çünkü bunların insan hayatında en önemli yaşam şartı olduğunu biliyorum.
İnsan olmanın getirdiği onur, vicdan ve akıl bize gücün değil, hukukun etkin olması gerektiğini söylüyor.
Vicdan ve akıl ile hareket etmezsek haklı olmak ve hakkımızı elde etmek için güçlü olmamız veya güçlü olanlar ile beraber olmamız gerekiyor.
Peki, güçlü olmak için vicdana ihtiyacımız olmaz mı? Biraz ayrıntılı ele alalım; toplumlar tarih boyunca iki temel kavram üzerinde şekillenmiştir; güç ve hukuk. Bir toplumun adil ve dengeli bir yapıya sahip olabilmesi için, hukukun ön planda olması gerektiğini savunuruz. Ancak, hukukun ön planda olmadığı ve gücün baskın olduğu dönemlerde insanlar ya gücün yanında olmayı ya da ona boyun eğmeyi tercih etmek zorunda kalmıştır. Peki, bu noktada vicdan ve akıl nerede duruyor? Haklı olmak için güçlü olmak mı gerekir, yoksa güçlü olmak için vicdana mı ihtiyacımız vardır?
Güç, çok çeşitli formlara bölünebilir. Bir bireyin ya da bir grubun gücü, fiziksel güç üzerine kurulu olabilir. Tarihte gördüğümüz gibi, genelde orduların ve silahın gücü belirleyici olmuştur. Ancak zamanla bu durum değişmiş ve ekonomik gücü elinde bulunduranlar toplumsal yapıyı şekillendirmiştir. 21. yüzyılda ise siyasal ve medya gücü en önemli unsurlardan biri haline gelmiştir. Siyaset zamanla toplumdan aldığı yetki ile bütün gücü kendi elinde toplamıştır.
Güç bu kadar çeşitli bir şekilde bölünürken, bireylerin ve toplumların hak arayışında vicdan ve hukuka dayanmayan bir gücün kalıcı olup olmadığını sorgulamak gerekir!
Güç, bir toplumun veya bireyin istediğini elde edebilmesini sağlar. Ancak bu gücün meşruiyet kazanabilmesi için vicdan ve akıl ile desteklenmesi gerekir. Vicdan olmadan elde edilen güç, zorbalığa, tahakkümü dayalı bir yönetim anlayışına ve nihayetinde toplumsal bozulmaya yol açar. Akıl ise gücün nasıl kullanılacağını ve onun ne derece sürdürülebilir olacağını belirler.
Akılsız bir güç, kontrolsüz bir enerji gibidir; zarar verir ve kendi kendini yok eder.
Değerli YENİÇAĞ okuyucuları, bir toplumda bireylerin haklarını elde edebilmesi için gücün değil, hukukun ön planda olması gerekir. Ancak tarih boyunca hukukun çoğu zaman güçlüler tarafından şekillendirildiğini görüyoruz. Hukukun tarafsız ve bağımsız olması, gücün vicdanla dengelenmesini sağlar. Eğer hukuk bir güç aracına dönüştüyse, orada haklı olmak tek başına bir anlam ifade etmez; hakların savunulabilmesi için bireylerin ya güçlü olması ya da güçlülerle ittifak yapması gerekir. Oysaki böyle bir toplum adaletli bir toplum değildir.
Toplum güçlüden güçlüye koşup, değer üretemez. Sığındığı güçlünün gölgesinde itibarsız ve verimsiz bir sığıntıya dönüşür…
Günümüzde insanlar, haklı olmak için güçlü olmak gerektiği yanılgısına düşmektedir. Demokrasilerde birey gücünü sandıkta kullanabilmektedir. Seçim sandığını, kendisini değil siyasetçiyi güçlendiren tercihler ile kullanması halinde, bu kararının toplumun trajedisi olarak yaşayacağını görmeli ve anlamalıdır.
Oysaki haklı olmak zaten gücün en önemli kaynağıdır. Ancak, bu gücün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, vicdan ve akıl ile dengelenmesi gerekir. Toplumlar, hukukun üstünlüğünü esas alarak güç dağılımını adil bir şekilde sağlamalı ve vicdani sorumluluk taşıyan bireyler yetiştirmelidir. Ahlaki ve ekonomik değer üretiminin temel kaynağı hukukun üstünlüğüdür.
Vicdan, gücün bir freni ve dengeleyici unsuru olarak var olmalıdır. Aksi halde, salt gücün hâkim olduğu bir düzende ne adalet, ne de insan onuru korunabilir.
Haklı olmak için sadece güçlü olmak değil, vicdanı ve akılı da kullanmak zorundayız.
Güçlülerin zoruna gitse de “güçle her şey yapılamaz”.