Selçuk Özdağ, röportajımın bugünkü bölümünde seçim ittifakları konusundaki düşüncelerini anlattı.
- Sizce anayasanın değişmesine ihtiyaç var mı? Dil ve vatandaşlık için ne düşünüyorsunuz?
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye’nin ve Türk milletinin yeni ya da “yesyeni” bir anayasaya değil anayasaya uyacak ona ram olacak bir yönetime ihtiyacı vardır. İktidar Partisinin birçok yetkilisi ve mensubunun, Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu değerleri ile bir sorunu olduğunu biliyoruz. Bu anayasa değişikliği tartışmalarında bu değerlere atıf yapan ilk dört madde başta olmak üzere birçok hükmü değiştirmek istediğini de biliyoruz. Ancak mevcut konjonktürde bunu yapamayacaklarının farkındalar ve ölümü gösterip sıtmaya razı edecekleri bir hamleyle şirinlik yapacaklardır. Esasen bu ilk dört madde sadece zokadır ve umurlarında olduğunu da sanmıyorum. Sadece bunu tartıştıracaklar ve sonunda öyle bir niyetimiz yoktu ki diyerek kendilerine lazım olan madde(lere)ye odaklanacaklar. Dil ve vatandaşlık konusunda ne düşündüklerine gelince, bunu zaten beyan ettiler. Anayasa Komisyonuna atanan Prof. Serap Yazıcı'nın vatandaşlık tanımı hakkında Anayasa'nın 66. Maddesindeki mevcut hali: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür” tanımını "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı denir." şeklinde değiştirilmesini teklif etmişti zaten.Yani yavaş yavaş alıştıra alıştıra (güya normalleştirecekleri) bir sürece çoktan girdik aslında. Bu konuda muhalefetin oyuna gelmemesi gerekiyor, umarım gelmezler.
Yapacakları güya “yeni anayasada” CB seçilme oranını 40+1’e bağlama niyetlerini ifade ettiler. Ama bu konuda MHP başta olmak üzere diğer partilerle uzlaşması zor. Zaten Devlet Bahçeli bu minvaldeki tartışmalara kapıyı kapatmıştı. Ancak en bariz niyetlerinin; Anayasa’nın 101. Maddesindeki CB iki kere seçilir hükmünü değiştirmekten ibaret olduğunu belirtmek istiyorum.
Tek ve gerçek sebebin bu olduğunu diğer konuların bir takım havuç ve zokalar olduğunu defalarca ifade ettim. Gelelim esas konuya:
Yeni Anayasa tartışmaları Türkiye’nin acil ve ölümcül sorunlarının üstünü örtmek ve Sn. Erdoğan’ın bir kere daha ve hatta yapabilirlerse ölünceye kadar seçilebilmesinin yolunu açmaktan ibarettir. Herhangi bir kanun ve anayasa hükmünü tanımayan bir iktidarın, demokratik ve çağdaş anayasadan bahsetmesi içi boş bir tartışmadır. Hâsılı; Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni bir anayasaya ihtiyaç yoktur. Bu anayasa değişikline ihtiyacı olan bir AK PARTİ/Erdoğan gerçeği vardır.
Eğer bunu yapamazlarsa Cumhurbaşkanlığı’nın son bulacağını en iyi kendisi biliyor.
Yeni anayasadan kastı, bana bir şans daha verin demenin “Erdoğancasıdır.”
- Bu gidişle partinizde kimse kalmayacak siz ne yapacaksınız ne yapmayı düşünüyorsunuz, bir gelecek planınız var mı?
“Ben varım ya”
Bu soruya rahmetli Demirel gibi cevap vererek biraz gülümseyelim istedim.
En başta da ifade ettim, siyaset kutsal bir iştir. Milletim için “en iyi ne iş yapabilirim” diyen herkes bir şey söyleyebilir. Ama benim için bunun cevabı siyasettir. Siyasetin ahlaki olanıdır. Her meslek ve işte ahlaksızlık ve ahlaksızlar olabilir. Bu durum o mesleklerin değerini ve önemini hafifletmez, siyasette de böyledir. Bugün insanımızın en güvenmediği kurumların başında maalesef siyaset ve siyasetçiler gelmektedir. Bizler şapkamızı önümüze koyup bunun muhasebesini yapmalıyız. Yapıyor muyuz peki? Ve yİne maalesef evet diyemiyorum. Ahlaki üstünlüğünü kaybeden ve artık güveninin yitirmiş bir siyaset mekanizması ile ülkemiz insanına nasıl bir gelecek vaat edeceğiz. Ülkenin sorunlarını çözmesi gereken siyasetçiler nerdeyse sorunun kendisi olmuş durumda ve bu konuda en küçük bir özeleştiride de bulunmuyorlar. Herkes bir başkasının eksikliğinden, ahlaksızlığından, yolsuzluğundan, güvenilmezliğinden bahsediyor! Ama maşallah kendileri sütten çıkmış ak kaşık(!) Bakınız ben siyasi hayatımda ne bozguncu oldum, ne de bozgunculuğa prim verdim. Yarı yolda bırakıldım… Ama kimseyi yarı yolda bırakmadım. Fikirlerim, düşüncelerim, siyaset yapma tarzım farklı olabilir. Mensubu olduğum ya da yol yürüdüğüm insanlarla çatışabilirim de! Ama bugün ak dediğime kara dersem, daha önce niye ak dediğimin de muhasebesini vermekten imtina etmem. Sorun şu ki ben milletimim ve vatanım için siyaset yapıyorum. Benim kutsalım ve önceliğim bu ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ailemden bile önce gelir.
Dolaysıyla kişilere ya da bir yerlere değil, aidiyet duyduğum tek yere; yani bu ülkeye hizmet etmek tek önceliğimdir. İster sayısız insan ya da milletvekili veya partili yanımda olsun ister olmasın. Tek başıma da kalsam kutsal bildiğim değerler üzerine yaşayacağım ve bu aziz topraklarda iki metrelik bir mezara hayır duaları içinde defnedileceğim bir isim bırakacağım.
- Önümüzdeki seçimlerde nasıl ittifaklar olacak? Veya nasıl ittifaklar önerirsiniz? Bu ittifaklar oluşması halinde nasıl bir Türkiye olur?
Bu soruyu bana bir dejavu yarattı. Nedir o söyleyeyim. Son CB seçimlerine giderken, yani altılı masa olarak bilinen ittifak sürecinde, ben farklı ittifak modellerini önermiş ve bu konuda da ısrarcı olmuştum. Neydi o? Milliyetçi muhafazakâr partilerin bir çatı altında seçime girmesi idi. İYİ Parti’nin güçlü olduğu yerlerde onların listesinden, muhafazakâr ağırlığı olan yerlerde Gelecek, Saadet veya Yeniden Refah Partisi’nin listelerinden, Deva Partisi’nin de güçlü olduğu diğer bölgelerden seçime gireceği bir ittifak modeli ile seçmen tabanımızı konsolide edebilirdik.
Kaldı ki CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme ve muhafazakâr kesimlerle olan yakınlaşma süreci (her ne kadar doğru ve gerekli olan bir söylem olsa da) tavandaki bu çaba ve söylemler, tabanda çok makes bulmadı. Ben bunu bizzat seçim çalışmaları esnasında, özellikle seçim bölgem Muğla’da bizzat müşahede ettim.
Yani toplum maalesef buna tam alışamamıştı ki pat diye seçim geldi çattı. Seçim zamanlarının atmosferi ve söylemleri daha farklıdır ve maalesef güven inşası konusunda sıkıntılar yaşandı. Kemal beyin adaylığı da bu minvalde toplum sosyolojisi ile çatışmaya zemin hazırladı. İktidar bu durumu kendi lehine ve muhalefet aleyhine çok gaddar bir şekilde kullandı. Montaj kasetler vs malumunuz. Kemal Kılıçdaroğlu bir bilge siyasetçi ve esasen devlet insanı kimliği ile bu süreci adaylığını öne sürmeden yapabilseydi (ki ben bunun daha doğru olduğunu defalarca ifade ettim) mesela anketlerde çok önde olan Ekrem bey, Mansur bey gibi bir aday ile seçmen karşısına çıkılsaydı; bugün bambaşka bir Türkiye’yi konuşuyor olacaktık. Maalesef bu konuda özellikle siyasi liderler gerekli kararlılığı gösteremedi, inisiyatif alamadı ve toplumun dinamiklerini iyi okuyamadı.
Sorduğunuz soruya cevap olarak: O gün yapılamayan ittifak modellerinin Türk halkının sosyolojisine de gerçekliğine de uygun olduğunu ve bugün benzer modellemelerle şimdiden bir çalışma başlatılırsa ben önümüzdeki seçimlerde ciddi paradigma değişikliklerinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
- Devlet Bahçeli’nin etnik makam tavsiyesi ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Çetin Altan’ın, Türkiye don lastiği gibidir, uzar zannedersin bir bırakırsın eski haline döner diye bir sözü vardır. Ben de diyorum ki, döndük dolaştık yine aynı yere geldik. İslamcılık, Türkçülük derken nihayet şimdi de Osmanlıcılık. CB Erdoğan ümmet söylemiyle işaret fişeğini atmıştı zaten. Devlet Bahçeli’de iktidar ortağına destek çıkan açıklamalarla mevzuya dâhil oldu. Bahçeli’nin: CB’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun sözü Erdoğan’ın ümmet siyasetine pratik bir destekten ibarettir.
Bakınız, Çöken Devlet-i Aliye’yi (Osmanlı İmparatorluğu) kurtarmak isteyen Osmanlı aydın ve devlet insanları bu pratiği bizzat yaşadılar. Tüm bu söylemler ve siyaset anlayışı aslında denendi. Hem de 100 küsur yıl önce. Hikâyenin sonu da malum. Osmanlı kaybetti. Kendi içinde reformunu yapamamış, Rönesans’ını ıskalamış bir yapı olarak çağı yakalayamayan, konjonktürü okuyamayan, gelen dev dalgayı göremeyen bir mekanizmaya evirilmişti. Ama kurtuluşu başka yerlerde aradı. Bilimde, sanatta, keşifte, icatta fersah fersah geride kalmış, son zamanda ise yukarıdaki argümanlara sarılmış ve üstelik bunlarla vakit kaybederken sanayi devrimini de kaçırmıştı. Çok az sayıdaki insan kaynağını da aynı ideolojik kaygılarla yok edince sonuç kaçınılmaz oldu. Maalesef. Bütün bunlardan ders alan birkaç entelektüel, asker ve devlet adamlarının kurduğu modern Cumhuriyetimiz (tüm eksiklerine rağmen), bu millete yüzlerce yıl süren kayıp ve gerilemenin sonunda biraz nefes aldırdı. Şimdi bu eksiklikleri maden bulmuş gibi kazıp kazıp, habbeyi kubbe yapan bazılarının elinde tu kaka gerekçeler oldu bu çağda! Tarihten ders almayan (aslında niyeti olmayan) muhterislerin elinde döndük dolaştık aynı plağı geri sardık.
Son söz olarak; Devlet Bahçeli’nin bu açıklamasına birçokları, bu “Lübnanlaşmadır” diye değerlendirme yapıyor ve karşı çıkıyor. Ben ise tecrübeme ve bu siyasetçileri yakından tanıyan biri olarak diyorum ki: Söz konusu ifadeler bir Lübnanlaşma değil, olsa olsa Türkiye’de yaşanılan “lümpenleşmenin” bir sonucudur. Yani bir “Lübnanlaşmadan” değil, artık iyice dibi sıyrılan bir “lümpenleşmeden” bahsedebiliriz.
Bitirirken; nİktidarları için herkese istediğini vereceğini söyleyenlerle, ne koparırsak kârdır diyenlerin at pazarlığında ülke de millet de umurlarında değil maalesef. “Bir koyup üç almanın” yeni versiyonu olan plaka numaraları ile gazlanan yoksul/umutsuz bir halka hamaset pazarlanırken, vatan kesesinden dağıtılacak yeni ihaleler için gün sayanlar arasında sıkışan tartışmalar…
Tek umudum ve aslında gördüğüm ise; bu hikâyenin sonrasında toplumun talepleri karşısında direnemeyenlerin yeni gerçeklik karşısında mağlubiyetleri olacaktır.
Doç. Dr. Selçuk Özdağ, Gelecek Partisi Muğla Milletvekili/Yeni Yol Grup Başkanvekili sorularımızı bu şekilde cevaplandırdı.
Ülkenin sorunlarını ve çözümlerini anlattı. Karamsarlığa kapılmadan çözüm üretecek siyasi kimliklerin de olduğunu, seçmenin alternatifsiz olmadığını anlıyoruz. Takdir siz değerli Yeniçağ okuyucularının.