Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

Suyun ve sabunun mundar olduğu yer

Kulak asar mısınız, duymazdan mı gelirsiniz artık orası sizin bileceğiniz iş.  Ama altını çizerek, üzerini fosforlu kalemle işaretleyerek bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz. 
Efendim, bu memlekette ‘huzuru’ bulmanın en kestirme yolu, ‘suya ve de sabuna dokunmamaktan’ geçiyor. 
Bunu farklı şekilde de ifade edebilirsiniz. 
Bir çoğumuz bir önceki cümleye uyan kişilikler için ‘tavşan pisliği’ benzetmesi yapıp, küçümseriz ya, külliyen yanlış. 
 “Ne kokar, ne bulaşır”  türden adamların devrindeyiz; yahut  “Gelen ağam, giden paşam” misalinde olduğu gibi her iktidarın önünde şapka çıkarıp temenna etmek, ‘ikbal’ ve ‘izzet’ için en cari formüldür. 
Yenilen kazıkların bileşkesi olduğu söylenen tecrübe bize gösteriyor ki suya sabuna dokunmamak, ‘can ve mal emniyetimiz açısından’ çok büyük bir önem arz ediyor.
Üstelik bu bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda.
Zira, önce ‘sudaki kirli oyun’, ardından da ‘sabundaki pis koku’ bizzat Sağlık Bakanlığı uzmanları tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. 
Hem suyumuz, hem sabunumuz, bırakın bizi ‘kirden’, ‘pislikten’ arındırmayı; muhtelif dertlere düçar edecek nitelikte.
Yani ‘suya, sabuna dokunmayanlar’ bir kez daha haklı çıktı. 

***

Tabii üzerinde derin derin düşünmemiz gereken çok mühim bir mesele ile karşı karşıyayız. 
Bir ülkenin suyu da, sabunu da artık iflah olmaz hale gelmişse eğer, o zaman topu kime atacağız?
Sarın filmi biraz daha geriye, ‘öğrenciler’ için dağıtılan sütün bozukluğu da cabası. 
Tabii bunlar vatandaşlar ile paylaşılan bilgiler. 
Bir de adeta ‘devlet sırrı’ gibi gizlenip paylaşılmayanlar vardır ki, kim bilir onları öğrensek ne düşünürüz?
Hani haddimizi aşmadan, “Ruhumuz mu kirlendi de suyu sabunu mundar ettik, yoksa sütümüz mü bozuktu da ruhumuzu telef eyledik” diye sormaya dilimiz bir türlü varmıyor. 
Ama vakıa, ‘inkar edilemez bir gerçek’ gibi karşımızda bize dişlerini gıcırdatıyor. 
Adeta alaya alınıp, tefe konuluyoruz.
Su, sabun, süt bozuk.
Meğerse ‘davayı’ daha baştan kaybetmişiz de haberimiz yokmuş. 
Halbuki bir takım emareler, işaretler, ‘davanın deve edildiğini’ bize fısıldayıp duruyor nicedir. 
İnsanlık adına utanç verici bir yağma düzeninin sadece ‘mal’, ‘mülk’, ‘makam’ ile yetinmeyip ‘ruhları’ da kuşatıp, köleleştirdiğini haykırıp duruyor. 

***

Ol sebepten dolayıdır ki, bugünlerde herkes,  “Hırsızı devlete nüfuz eden hangi arsızın yakalattığı?” sorusuna cevap aramanın peşinde.
Kimsenin Nasrettin Hoca gibi, “İyi de be muhteremler, peki hırsızın hiç mi kabahati yok?”  sorusunu sormak aklına gelmiyor.
Sen, insanların inançlarını alabildiğince sömürerek iktidar koltuğuna otur, ‘iğneden ipliğe kadar’ memlekette ne varsa soyup soğana çevir; sonra pislikler paçalarından akmaya başlayınca bir ‘günah keçisi’ bul, her şeyi onun üzerine yık ve kurtul.
Oh ne ala mualla.
Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını yürütenleri ‘analarından doğduklarına’ pişman ettikleri yetmedi; ellerinden gelse ‘meydanlarda ipe çekecekler’, bundan sonra böyle bir şeye kalkışmaya cesaret edeceklere ibret olsun diye.
 “Benim hırsızım iyidir”  mantığının hakim olduğu bir yerde, başka ne beklenebilir ki?
Aslına bakılırsa, ‘yanlış bir olayı’, ‘yanlış bir yerinden’ tutmuş ve ‘yanlış bir mecrada’ tartışıyoruz.
Efendiler, ‘suyunun’, ‘sabununun’, ‘sütünün’ bozuk olduğu bir ülkede, ‘sütten çıkmış ak kaşıklar’ arama densizliği, yerinde bir davranış mıdır? 

***

Vurun amma, önce bir dinleyin. 
Ev sahibini bastırır gibi hareket eden yavuz hırsızlar ‘hangi suyu’ içerlermiş, ‘hangi sabun’ ile yıkanırlarmış?
En iyisi bizim de ‘deve kuşu’ gibi başımızı kuma gömüp, “neme lazım” diyerek yolumuzu bulmaya bakmak mı?
Ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları