ABD tehditlerine direnen İran - 1

ABD tehditlerine direnen İran - 1
Kapsamlı Ortak eylem Planı’ndan (JCPOA) tek taraflı çekilen ABD yönetimi, İran’a karşı anlaşmadaki taahhütlerini gerçekleştirmediği gibi yeni yaptırımları da gündeme getirdi. Cahit Armağan Dilek, ABD ve İran arasında büyüyen gerilimi yazdı.

Basra Körfezinde yaşanan son gelişmeler medyada ABD-İran gerginliği veya krizi olarak verilse de aslında bu iki ülkeyi de aşan küresel bir krize dönüşmüş durumda. Krizin temelinde İran'ın nükleer silah yapma imkan ve kabiliyetinin önünü açacak nükleer programı var. Obama ve Trump döneminden de önce başlayan bir kriz konusundan bahsediyoruz. Aslında İran'ın nükleer programı, 1979 devriminden sonra araları açılan İran ile ABD arasındaki ciddi sorun alanlarından biri ola gelmiştir.

Bugün küresel krize dönüşen İran'ın nükleer programı aslında bizzat Batı'nın desteğiyle 1970'li yıllarda başlamıştır.

Soğuk Savaşın en sert günlerinde Sovyetler Birliği'nin çevrelenmesi stratejisinde Şah'ın başta olduğu İran'a da önemli roller verilmişti. 22 Nisan 1975 tarihli ABD Ulusal Güvenlik Memorandumu'na göre ABD İran'a, kendi reaktörlerinde kullanılmak üzere bazı malzemelerin sağlanması ve nükleer reaktör yakıtından plutonyum çıkarılması için bir yeniden işleme tesisi kurulması teklifinde de bulunmuştur.

İran'a nükleer çalışmaları kapsamında destek sağlayan ABD, Şah'ın 1979'ta devrilmesinden sonra bu politikasını değiştirmiştir. Ancak İran başlattığı projelerden vazgeçmemiştir. ABD'nin değişen bu politikaları üzerine İran Rusya'ya yönelmiş ve özellikle 1990'lı yıllardan itibaren Rus desteğini almaya başlamıştır.

Bu süreçten sonra İran'ın nükleer programını takibe alan ABD İran'ın Nükleer Silahsızlanma Anlaşmasını ihlal edip etmediğini tespite odaklanmıştır.

GÜNCELDEKİ KRİZİN NEDENİ

Güncelde yaşanan krizin ve son haftalarda Körfez bölgesinde petrol tankerlerine saldırılar ve Amerikan İHA'sının düşürülmesine kadar giden olayların temelinde ise 2015 yılında P+1 ülkelerinin İran'la imzaladıkları anlaşma var. Yani İran'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi, Avrupa Birliği ve Almanya ile 2015 tarihinde imzaladığı ve kamuoyunda nükleer anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA).

İşte ABD yani Trump yönetimi, bu anlaşmadan 08 Mayıs 2018'de tek taraflı çekildiğini açıklamış ve Tahran'a yönelik yaptırımları yeniden uygulamaya başlamıştı. Bu yaptırımlar son bir yıldır safha safha artarak devam ediyor.

JCPOA anlaşması P5+1 (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya) ve İran arasında gerçekleşmiş ve BMGK'nin 2231 sayılı kararıyla hukuksal ve siyasal niteliği kazanmıştı. ABD bu anlaşmadan ayrılarak İran'a karşı anlaşmadaki taahhütlerini gerçekleştirmediği gibi yeni yaptırımları da gündeme getirmiş oldu. İşte bu bağlamda siyasal platformda ve uluslararası arenada resmiyet kazanmış ve çok taraflı bir anlaşma ilk defa olarak hiçe sayılıyordu.

İran da ABD'ye benzer şekilde karşılık veriyor. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, aynı zamanda ABD'nin anlaşmadan çekildiği tarih olan 8 Mayıs 2018'in yıldönümünde yani 08 Mayıs 2019'daki Moskova temasları sırasında yaptığı açıklamada, "İran İslam Cumhuriyeti, gönüllü olarak kabul ettiği bazı önlemlere ve verdiği sözlere ilişkin eylemlerini durdurmayı uygun görmüştür" açıklamasını yaptı.

Ruhani, İran'ın nükleer anlaşmadan çekilmek gibi bir niyetinin olmadığını, aldıkları kararın JCPOA kapsamında olduğunu ve anlaşma çerçevesi dahilinde hareket ettiklerini belirtti. Ruhani ABD ya da diğer tarafların JCPOA kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda İran'ın da yaptığı bazı taahhütlerden geri adım atmasının önünün açık olduğunu anımsattı. Yani ABD'nin imzasını geri çektikten sonra yeniden uygulamaya soktuğu yaptırımlar, Tahran'ın da taahhütlerini tam olarak yerine getirme yükümlülüğüne son verdiğini ima etti.

Bununla birlikte JCPOA'nın tekrar gözden geçirilmesini talep eden İran, taleplerinin yerine getirilmesi için diğer imzacı ülkelere 60 günlük bir süre tanıdı. Diğer imzacılar olan Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya ve AB'den 60 gün içinde somut çözümler üretmesini istedi.

Bu süre zarfında nükleer programının bir parçası olan zenginleştirilmiş uranyum ve ağır su stoklarını elinde tutacağını duyuran İran, anlaşmanın gözden geçirilmesi talebinin yerine getirilmemesi durumunda nükleer silah üretmek için gerekli olan uranyum zenginleştirme faaliyetlerine yeniden başlayacağını açıkladı.

Yürürlükteki anlaşma uyarınca İran uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde enerji üretmek için yeterli olan yüzde 3,67 seviyesine çıkıyor. Nükleer silah üretmek için uranyumun yüzde 90 seviyesine kadar zenginleştirilmesi gerekiyor, ancak anlaşma uyarınca İran sadece barışçıl amaçlarla kullanılmak üzere 300 kilogram düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum depolayabiliyordu.

KRİZ SERTLEŞİYOR, TARAFLAR ASKERİ POZİSYON ALIYOR

Mayıs başında İran'ın aldığı bu kararlar ABD ve Körfez'de ABD ile birlikte hareket eden ülkeleri harekete geçirdi.

İran'nın bu kararının ardından ABD İran'a karşı önlem olarak bir uçak gemisi ve destek filosunu, F-52 tipi ağır bombardıman uçaklarını, F-35 ve F-22 uçaklarını Körfez bölgesine gönderdi.

ABD'nin Basra Körfezi'ndeki askeri varlığını artırmasına ilişkin İran Dışişleri bakanı Zarif, "Bu kadar fazla miktarda askeri gücün küçük bir alanda bulundurulması kendiliğinden kazalara neden olabilir." ifadelerini kullanmıştı. ABD yönetiminde bu tür "kazaların" yaşanmasını isteyen kişiler olduğuna dikkati çeken Zarif, "Kaza yaşanmaması için azami ihtiyat gerekli. ABD çok tehlikeli bir oyun oynuyor." demişti.

Trump geçen bir yıl içerisinde İran'a karşı duruşunu sertleştirdiği bir dönemde Tahran yönetiminin petrol ihracatını hedef alan yaptırımları uygulamaya koymanın yanı sıra, İran Devrim Muhafızları Ordusunu da Nisan 2019'da ayında "terör örgütü" ilan etmişti.

Buna karşılık Tahran da ABD'nin Ortadoğu'daki tüm güçlerini barındıran Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nı (CENTCOM) "terörist" ilan ederek karşılık vermişti.

Bu karşılıklı adımlar sert adımlar geçen bir ayda bölgede münferit sıcak olaylara dönüştü.

20 Haziran'da bu kez İran-ABD arasında bir çatışma yaşandı, daha doğrusu İran ABD'ye ait RQ-4 tipi bir İHA'sını düşürdü.

İşte savaş başladı denilen bir ortamda, olaydan iki gün sonra Trump İran'ın saldırısına misilleme emri verdiğini ancak operasyona 10 dakika kala talimatı geri çektiğini açıkladı.

Bu olayın gerginliği ve tarafların birbirini suçlaması sürerken İngiliz donanması 04 Temmuz'da Cebelitarık'ta Suriye'ye petrol taşıdığı iddia edilen İran bandıralı bir tankerin alıkonulması operasyonunu gerçekleştirdi.

İran, Cebelitarık açıklarında İngiltere tarafından durdurulan ve el konulan petrol tankerinin bırakılmaması durumunda bir İngiliz petrol tankerine el koymanın 'görev' olacağını belirtti.

Bunun hemen sonrasında 10 Temmuz'da İran'a ait 3 teknenin Hürmüz Boğazı'nda bir İngiliz petrol tankerini durdurmaya çalıştığı ancak İngiliz donanmasının uyarısıyla geri döndüğü haberleri medyaya düştü.

Birleşmiş Milletler (BM), İran'a ait gemilerin, Basra Körfezi'nde İngiliz petrol tankerini durdurma girişimi iddialarının ardından bölgede olası bir krizin felaketle sonuçlanacağı uyarısında bulundu.

TANKERLERİ KORUMAK ÜZERE BASRA KÖRFEZİ'NE DENİZ GÜCÜ

Bu gelişme üzerine ABD Basra Körfezi ve Umman Körfezi'nde petrol tankerlerinin güvenliğini sağlamak üzere bir deniz gücü oluşturmak üzere harekete geçtiğini görüldü.

Eğer ABD'nin önerisi destek görürse ki batılı ülkeler enerji ihtiyaçlarının emniyetle karşılanması bağlamında deniz gücü oluşturulmasına katkı vermesi beklenir, oluşan koalisyonun yeni görevinin tankerlerin "İran tehdidine" karşı emniyetini korumak olacaktır. Böyle bir hamle otomatikman İran'ı suçlu ve tehdit eden bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. İran'ın özellikle Basra Körfezi içinde egemenliğini ve hareket serbestisini baskı altına alan hatta sınırlamayı hedefleyen bu hamlenin uluslararası hukuk açısından sorunlu olduğu görülüyor. İran'ın ABD'nin keyfi ve tek taraflı yaptırım kararlarıyla petrol ihracatını engelleyip ekonomik olarak zayıflatmak doğrudan İran halkının yaşam hakkını da engellemektedir.

İlgili Haberler