Atatürk İzmir'i kurtarırken ve sonrasında an be an neler yaşandı?

Atatürk İzmir'i kurtarırken ve sonrasında an be an neler yaşandı?

Türk ordusunun süvarileri 9 Eylül’de (1922) İzmir’e girdi.
Belkahve, İzmir’in Bornova ilçesi sınırları içinde, Ankara karayolu üzerinde bir geçit ve tarihi önemi olan bir mesire yeriydi. İzmir merkezine 25 Km mesafedeydi…

Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak Belkahve mevkiinde buluştu. Deniz ayaklarının altındaydı. Düşman gemileri henüz karasularımızı terk etmemişti. O gece orada kalacaklardı. Bulundukları Belkahve, Nif Dağı üzerinde İzmir’e hakim bir noktadaydı. Nif (Kemalpaşa) Belediye dairesinde konaklayacaklardı.

Atatürk kendine sunulan odada gazeteci Ruşen Eşref ile yalnız kalmıştı. Koltukta otururken derinlere daldı. Hem Türk ordusundan hem düşman kuvvetlerinden binlerce asker ölmüş, şehit olmuştu. Mutluluk ve hüzün içiçe girmişti. Duvarda Yunan lider Venizelos’un yaldızlı çerçeve içinde renkli büyük bir resmi asılı duruyordu. Kaçıp gidenler resmi orada bırakmıştı.

Kendi duygularının muhasebesini yaparken bir ara, birden Ruşen Bey’e dönerek, “ Yahu! İzmir’e girdiğimiz akşamdır bu! Bu kadar sessiz mi olacak?” dedi ve tekrar duygularıyla baş başa kaldı…

Biraz dinlendikten sonra İsmet ve Fevzi Paşa’nın yanına indi. Neşeliydi. Az öncesinde içinde bulunduğu kasvetli ruh halinden kendini sıyırıp almıştı. Silah arkadaşları İsmet ve Fevzi Paşalara seslendi:

“Bu geceyi iyi geçirmek için ne yapalım?” Arkasından sözlerini sürdürdü:

“Yapacak hiçbir şey yok, bir araya gelelim, kendimiz şarkı söyleyelim!”

Çocuklar gibi şarkılar söylemeye başladılar. Bir ara hizmetlilerden biri daha önceden sunuma hazırlanan içkilerden bir kadehini Atatürk’e ikram etti. Çok önemli anların öncesi ve sonrasında asla içki kullanmazdı; kabul etmedi.

İzmir yanıyordu. Yakanlar gün içinde bedenlerini gemilerine güçlükle atabilmek için boğulma pahasına denize dökülen Yunan askerleriydi. İngiliz savaş gemileri halen İzmir’i terk etmemişti.

Uyumadan önce emrinde bulunan subaylar ve Mehmetçiklerine emrini yayımladı:

“İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdirde anarım. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilişinde de aynı istek ve fedakârlığı göstereceklerine güvenim tamdır”

Odasına çıkmadan önce Selanik’ten çocukluk arkadaşı Ankara Komutanı Fuat Bulca’nın telgrafı eline ulaştı:

“Valide (Zübeyde Ana) Hanımefendi sıhhat ve afiyettedirler. Yalnız dört günden beri tarafınızdan hiçbir haber vaki olmamış olması, bizleri üzmüştür. Evinizde, havuz başında, muhterem valdenizin huzurunda cazlar çalınarak zafer şerefine eğlenildi”

10 Eylül 1922

Saat 14 sıralarında Başkomutan Atatürk ve arkadaşları İzmir’i girdi. Halk kurtarıcılarını görünce çılgına döndü. Esaretin yerini, “Özgürlük” almıştı. Ancak düşman gemileri halen İzmir’i terk etmemişti.

11 Eylül idi. O gün kendisiyle ileride evlilik yapacağı Latife Hanım’ın köşkünde konakladılar. Bir gün sonrası yaşanacaklar tarih sayfalarına altın harflerle yazılacak bir anıyı ortaya koyacaktı…

İngilizlerin Çanakkale savaşları sırasında ağır bir yenilgiye uğramasını bir türlü kabullenemeyen Lloyd George, İstanbul’u ve boğazların hâkimiyetini elinde bulundurmak istiyordu. Bu nedenle Atatürk’e hitaben “Gelibolu Yarımadası’nın Türklerin eline geçmesine asla izin vermeyiz. Orası dünyamızın en önemli stratejik noktasıdır. Boğazların Türkler tarafından kapatılması, savaşı iki yıl uzatmıştır. Türklerin Gelibolu Yarımadası’na sahip olmaları akıl almayacak bir şeydir ve bunu önlemek için savaşmalıyız.” açıklamasını yaptı.

İngiliz donanması İzmir Limanı'ndan ayrılmamakta ısrar ediyordu. Donanmanın bir türlü gitmemesi Atatürk’ü düşündürmekte ve az da olsa tedirgin etmekteydi. Aynı gün İngiliz Filosu Başkomutanı Amiral Brock, Atatürk’e, Ankara Hükûmeti’nin İngilizlere karşı bir savaş halinde olup olmadığını soran mektubu ulaştı.

Atatürk’ü, İzmir’e gelen “Daily Mail” gazetesi muhabiri G. Ward Price’e bir demeç verdi:

“...Bu son taarruzu istemedim; fakat Yunanlıları Anadolu’yu terk etmeye mecbur olduklarına inandırıcı başka yol yoktu!”

Başkomutan, halkına da seslenmeyi unutmadı:

“Akdeniz, askerlerimizin zafer teraneleriyle dalgalanıyor... Ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmellikte kendisini gösterdi. Büyük zafer, özellikle senin eserindir.
Büyük ve soylu Türk milleti! Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken sana izmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da sunuyorum”

13 Eylül olmuştu. İngiliz donanması İzmir’i terk etmiyordu…

Amiral Brock’un bir gün önceki mektubuna yanıt verdi.

“...Her iki hükûmetin uygulana gelen şekillere uyarak siyasal ilişkiler kurabileceklerini bildirmekle şeref kazanmaktayım”

Aynı gün Amerikalı gazeteci Richard Eaton’a bir röportaj verdi:

“...Ben İngilizlerle değil, Yunanlılarla harp ediyorum. Yirmi dört saatte en iyi kıtalarımı Trakya’ya geçirmeye yetecek nakliye gemilerim de mevcuttur. Bu askerler bir işaretimi bekliyorlar!”

İzmir semalarına yıldızlar ve ay doluşmuştu. Kaldığı köşkün balkonuna çıkmış gökyüzünü izliyordu. Yunan işgalcilerinin yaktığı yerler için için yanmayı sürdürürken geceyi aydınlatıyordu. Bahçeye indi, yanında bulunan genç subaylara seslendi:

“Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler, bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığnı gösteren bir yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyıllardaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilân ediliyor!”

14 Eylül 1922

Atatürk’e, İzmir Belediyesi tarafından “İzmir Hemşehriliği” unvanı verildi.

Göztepe’de Uşakîzade Muammer Bey’in köşkünde misafir ediliyordu. Latife Hanım ile aralarındaki ilişki gelişiyordu…

İngilizler diretiyordu. Sanki savaşı çıkaranlar onlar değil, Yunanlılar gibi davranıyorlardı. İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, ingiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a telgraf çekti:

“Savaşan tarafların artık birbirleriyle temasları kalmadı. Konferans çağrısı için şimdi en uygun zamandır. Ordularına “ilk hedefiniz Akdeniz’dir!” diyen Mustafa Kemal’in ikinci hedefi Trakya’dır. Konferans olmazsa Trakya’ya geçmeye çalışacaktır. Gecikirsek güç durumda kalırız”

16 Eylül 1922

İngiliz Hükümeti Çanakkale’de tarafsız bölgeye tecavüz edilmemesi için üç devlet tarafından Atatürk’e bildirimde bulunulması ve Doğu meselesinin halli için bir konferans toplanması kararı aldı…

İngiliz Savunma Bakanlığı, İstanbul’da bulunan işgal kuvvetleri komutanı General Harington’a gizli telgraf çekti:

“Kabine, iki tümeni daha seferber edip Mustafa Kemal’e karşı koymak niyetindedir. Mustafa Kemal Müttefiklere saldırıya geçecekse önce Çanakkale Boğazı’nın Anadolu kıyılarını işgal edecektir, sanıyoruz”

İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a telgrafla haber ulaştırdı:

“Padişah Hükûmeti, Müttefiklerin tez elden konferans toplamalarını arzuluyor. Mustafa Kemal’in istanbul’a yaklaşmasından kaygılanıyor. Padişahın geleceği karanlık. Padişah, zaferden dolayı Mustafa Kemal’i kutlamayı reddetti”

18 Eylül 1922

Ankara da hareketliydi İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf Orbay ve Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk İzmir’e doğru yola çıktı. Aynı gün İstanbul’dan bir torpido ile İzmir’e gelen Fransız Yüksek Komiseri General Pelle Atatürk ile görüştü…

Savaş alanının dumanı tüterken bile diplomasi hamleleriyle sadece İzmir’i değil tüm Anadolu ve Trakya’yı düşmen işgalinden temizlemek niyetindeydi. Chicago Tribün” muhabiri John Clayton’a demeç verdi:

“..Misak-ı Millîmizde sebat ediyoruz. Bütün Türk toprağnda gerçek bağmsızlık istiyoruz. Bizim için artık kapitülâsyonlar mevcut değildir”

Verdiği her röportajı ses getiriyordu. İstanbul’da İngiliz Orduları Başkomutanı General Harington, Savunma Bakanlığı’na telgraf çekti:

“Kararlı bir tutumla Mustafa Kemal Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmekten caydırılabilir. Çanakkale mevzilerimizi durmadan güçlendiriyoruz. Donanmanın topları da bana epeyce yardım edecek!”

İngiliz parlamentosu, “Akdeniz Orduları Başkomutanı, Mustafa Kemal’in Anadolu’dan Trakya’ya kuvvet geçirmesini önlemekle görevli olacaktır. Savunma Bakanlığı, General Harington’a takviye yetiştirmek için gerekli önlemleri alacaktır” kararı çıkarttı.

Akşam olduğunda İkdam gazetesi muhabiri Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile sohbet ederken bir ara, “Millî Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır. Şimdi ikinci safhasını açmamız gerekiyor!” dedi.

19 Eylül 1922

İşgal altındaki İstanbul’da cesur yürekli profesörler de vardı. Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Profesörler Kurulu Atatürk’e “fahri profesörlük” unvanı verdi.

20 Eylül 1922

Uşakizade Köşk’ünde yine önemli bir gün yaşanıyordu. Köşkün başodasında çalışıyordu. O sırada, İzmir limanında İngilizlere ait 64 parça savaş gemisi bulunuyordu. Büyük kurtarıcı İzmir Limanı’nda bulunan İngiliz donanmasının gerçekleşen büyük zaferden sonra artık bir vazifesi kalmadığından yirmi dört saat zarfında limanı terk etmeleri için bir nota yazmalarını Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey’den istemişti. Fakat Yusuf Kemal Bey kendi düşüncesine göre, bu emri endişeli bulduğu için bir türlü çabuk yazıp getirememiş. Atatürk bu nedenle kendisine öfke duymuş:

-‘Ültimatom hala yazılmadı mı?’ diye bir iki defa sormuş, Latife Hanım’a dönerek:

-‘Siz Fransızca bir ültimatom yazar mısınız?’ Aldığı olumlu yanıt üzerine:

-‘Müttefik donanmasının İzmir limanından çıkıp gitmesi için filo Komutanı’na bir ültimatom yazınız.’ dedi. Latife Hanım, köşkün koridorunda duran masanın üzerinde şu ültimatomu yazdı:

“24 saat içinde İzmir’i terk edeceksiniz.”

Gazeteci Mahmut Baler olanlara tanıklık ederken, Atatürk’ün Latife hanıma söylediklerini işitti:

“Bu notayı hangi kalemle yazdınız?”

Latife Hanım masanın üzerinde duran kalemi alarak kendisine gösterdi.

“Bununla Paşam!”

Kalemi elinden aldı ve minik bir öpücük kondurdu…

Aynı gün İngiliz donanma komutanı köşke ziyarete geldi. Türk misafirperverliğinden ödün vermeyerek komutanı bizzat karşıladı. Sohbete geçtiler…

General sohbet sırasında kendi vatandaşları ile azınlıkların durumlarını sordu. Kendisine suç işlememiş tüm İngiliz ve azınlık vatandaşlarının İzmir'de kendisi kadar güvende olacaklarını, suç işleyenlerin adaletin huzuruna çıkacaklarını söyledi. Hava bir anda gerildi. General, Atatürk’e dönerek, “Fakat Paşa hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan bazı Rum ve Ermeniler şımarıklık yapmış olabilir. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır. Hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!’ dedi.

General kiminle konuştuğunun farkında değildi. Atatürk’ün yüzü gerildi gözlerinden şimşek çakarcasına Genaralin gözlerinin içine baktı:

“Şu ‘efendi - devlet’ rolünü bir kenara koyunuz amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir, kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem! İngiltere Hükümeti’nin tebaasını her yerde koruma hakkı, devletler hukukunun teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz... Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de... Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum!’

Generalin nutku tutuldu. Kısık ses tonuyla, “İngiltere'ye savaş mı açıyorsunuz? diyebildi. Atatürk fazla uzatmadı:

“Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması'nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık... Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Bizim gözümüzde "Barış antlaşması yapmamış" iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal kara sularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum!”

O ateşli konuşmanın ardından İngiliz komutan odayı terk etti durumu acil koduyla İngiliz Hükümeti’ne aktardı. Olanlara tanıklık eden gazeteci Falih Rıfkı Atay içinden, "Başımızı yeniden savaş belasına sokacağız." diye geçirdi…

Telgraflar havada uçuşuyordu. General Harington, İngiltere Savunma Bakanlığı’na gizli bir telgraf gönderdi:

“...General Charpy, Mustafa Kemal’in Çanakkale’ye saldıracağnı söylüyor.”

Paris’te, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Fransa Başbakanı Poincaré ile görüştü, “Mart ayından beri Mustafa Kemal’i konferansa getirmek için harcanan çabalar boşa gitti” dedi.

21 Eylül 1922

Akşam gazetesi muharriri Falih Rıfkı soluğu Atatürk’ün yanında aldı. Röportaj alacaktı. Konu Büyük Taarruz ve İzmir’in kurtuluşuydu. Adeta İngilizlere sesleniyordu:

“...Süvari tümenlerimizle, piyade kıtalarımız düşmanı ezip İzmir’e yürümekte birbirleriyle yarış etmişlerdir. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları denizde şekillenirken, piyadelerimiz Kadifekale’de Türk bayrağını semaya yükseltti ler…”

Bir gün sonra

Bu kez İkdam gazetesi muhabiri Yakup Kadri Karaosmanoğlu yanındaydı. Ona da, izmir’de, barış şartları hakkında röportaj verdi:

“...Askerî hareket, siyasî faaliyetin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güven verici bir surette avdeti, orduların hareketinden daha hızlı, hedeflere erişmeyi temin edebilir”

Adeta kılıçla değil kalemiyle ders veriyordu. Aynı gün İstanbul ve Boğazlar üzerine harekât ile ilgili Kâzım Karabekir’e telgraf gönderdi:

“Pek kuvvetli olmamıza rağmen siyasette de pek hesaplı ve mutedil bulunuyoruz. Herhalde meseleyi siyasetle çözümlemeyi tercih etmekteyiz”

General Harington’un, İngiltere Savunma Bakanlığı’na telgraf çekti:

“...Mustafa Kemal tarafsız bölgeyi çiğnememe kararını bugün verecektir, sanırım. Çiğnerse, karşısında İngiltere’yi ve dominyonları bulacağını açıkça kendisine duyurdum.”

Ne dediğinin farkında değildi. Çanakkale’de ve Anadolu’da uğradıkları yenilgiyi unutmuştu. Ancak Fransız Başbakanı Poincaré öyle düşünmüyor; temkinli davranıyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a Paris’te bulundukları sırada, “Mustafa Kemal kuvvetleri ileri yürümek istiyor; Mustafa Kemal, onları frenlemeye çalışıyor. Çatışmayı önlemenin tek yolu Mudanya Konferansı’nı başlatmaktır” demişti.

23 Eylül 1922

İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları imzasıyla “Askerî harekâtın durdurulması ve bir barış konferansının toplanmasıyla ilgili” nota verildi…

Yaşananlar meyvesini vermeye başlamıştı. Atatürk ve silah arkadaşları hem Anadolu’yu ve bir kez daha Çanakkale’yi kurtarmaya hazırlanıyordu. Türk süvarileri, Çanakkale’de “tarafsız bölge” ye giriş yaptı…

Kâzım Karabekir’in 12 Eylül günü çektiği Büyük Zafer’i kutlayan telgrafına anca o gün yanıt vermeyi uygun gördü. İzmir’in ve Anadolu’nun gerçek kurtuluşunun henüz tamamlanmadığını düşünüyordu:

“12.9.1922 tarihli telgrafınızı 23.9.1922’de İzmir’de aldık. Kahraman ordularımız hakkında gösterilen takdirkâr duygularınıza teşekkürlerimizi sunarız”

İngiltere Koloniler Bakanı Churchill, Çanakkale’den (1915) sonra ikinci kez Atatürk’ün önünde diz çöküyordu. Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika Birliği Genel Valilerine telgraf çekti:

“Kabine, Avrupa’ya yapılacak Türk saldırısına, Mustafa Kemal’in istanbul’dan Müttefikleri atmasına karşı koymaya ve Gelibolu yarımadasını elde tutmaya karar verdi. Hükûmetinizin bir askerî birlik gönderip gönderemeyeceği- ni bilmek istiyorum”

General Harington 26 Eylül 1922 günü, Türk süvarilerinin Çanakkale’de girmiş oldukları “tarafsız bölge” dışına çekilmesi hakkında Atatürk’e telgraf çekti. Atatürk oralı olmadı. Adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Aynı gün yanıtını verdi:

“...Tarafsız bir bölgenin, şimdiye kadar Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Müttefik Hükûmetler arasında kararlaştırılmış olduğundan haberim yoktur. Süvarilerimizin ve kıtalarımızın harekâtı, mağlup Yunan ordusunu takip harekâtından ibarettir”

Yanıt gecikmedi:

“...Yunan donanması, bugün İstanbul’dan çekildi. Arzum çatışmaktan kaçınmaktır. Arzu ederseniz sizinle görüşmeye hazırım. General Harington”

Fransız hükümet ve askeri yetkilileri de İngilizlere destek veriyordu. Atatürk yılmadan ısrar ediyor gelen her türlü ültimatomu geri püskürtüyordu. Kardinal Gasparri’nin artık kan dökülmemesi ve bir an evvel barış yapılmasını isteyen telgrafına da yanıt verdi:

“Yunan ordusunun terke mecbur olduğu bölgede bulunan bütün şehirlerimiz ve kasabalarımız yanmış ve ahali her türlü zulme maruz kalmıştır. Aynı zulüm, yeni bir şiddetle Trakya’da yapılmaktadır. Bu insanî hissi, bugünkü durumu yaratanlar katında uyandırmanızı sizden rica ederim”

28 Eylül 1922

General Harington’un 27 Eylül 1922 tarihli telgrafına yanıtı net oldu.

“...Fransızlar ve İtalyanlar gibi, siz de Asya sahilinde bulunan kıtalarınızı geri çekmeye hazır olduğunuz takdirde, Boğazlar sahilinde bulunan kıtalarımıza ya- vaş yavaş geri çekilmeleri ve yalnız mülkî idare ile polis örgütünü düzenlemekle yetinmeleri hususunda emir vermeye hazırım!”

Her alanda savaşıyordu. İzmir’e gelen Fransız Diplomat Franklin Bouillon ile görüştü…

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon son hamlelerini oynuyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a telgraf gönderdi:

“Mustafa Kemal tarafsız bölgeden çekilmezse Yunan donanmasının da Marmara’yı ve Çanakkale Boğazı’nı kullanmasına izin verilecektir. Bunu Ankara’ya duyurunuz”

29 Eylül 1922

İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanlarının 23 Eylül 1922 tarihli notasını yanıtladı. Mudanya Konferansı’nın kabul edildiğini, açılışın 3 Ekim 1922 olmasının uygun olacağını, ismet Paşa’nın delege tayin edildiğini ve konuşulacak konuları bildirdi…

Aynı gün Diplomat Franklin Bouillon, Fransız Başbakanı Poincare’ye telgraf çekti:

“Mustafa Kemal’le 4 saat görüştüm. Durumu güç; askerini zor zaptediyor”

29/30 Eylül 1922

Savaşın ve özgürlüğün, esaretten kurtuluşun o gece gerçekleştiğini düşündü. İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf Orbay, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ve Avrupa’dan dönen İçişleri Bakanı Ali Fethi Okyar’a gece yarısı trenle İzmir’den Ankara’ya hareket emir Verdi…

2 Ekim günü Ankara’da coşkun bir sevgi seli ile karşılaşırken, 9 gün sonra imzalanacak olan Mudanya Ateşkes antlaşması İzmir zaferinin üzerine adeta güneş gibi doğacaktı…

Türk Devleti, antlaşmada mağlup değil eşit devlet olarak sayıldı…

İngilizler müttefik oldukları devletlerden yardım istemişler ama alamamış; hüsrana uğradı…

Türk kurtuluş savaşı sona erdi, askeri başarı diplomatik başarıya dönüştü…

İstanbul ve boğazların geleceği savaşsız kazanıldı…

İtilaf devletleri TBMM’ye Lozan Barış Konferansı teklifi yaptı...

Edirne ve çevresi kurtarıldı ve TBMM yönetimine geçti…

İngiltere’de Loyd George Hükümeti istifa etti…

Türk yurdu Yunanlılardan kurtuldu.

Yunanistan Türk ordusuna karşı kesin olarak yenilgiye uğradı.

Kurtuluş Savaşı bütün dünyada kabul gördü.

Yaşar Gürsoy

Kaynak:
İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap,
Ruşen Eşref Ünaydın, “Atatürk Devri Hatıraları”,
Sabahattin Selek, “İsmet İnönü’nün Hatıraları,
Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak Askeri Hususi Hayatı,
Mahmut Baler, Bal Mahmut-Baldan Damlalar,
Doç. Dr. Tuna, Yılmaz isteataturk.com
Yaşar Gürsoy, Çankaya’nın Kalemşoru

Yazarın Diğer Yazıları