Yılmaz Özdil Prof. Yılmaz Büyükerşen'in yıllardır sakladığı büyük sırrı açıkladı

Yılmaz Özdil, Prof. Yılmaz Büyükerşen’in yıllar önce başına gelen bir olayı anlattı. Büyükerşen’in emeğe ve emekçiye gösterdiği saygıyı anlatan hikayeyi Özdil’in anlatması sonrası dinleyenler “işte liyakatli sistem, insana güven, mesleğe ve emeğe saygının göstergesi” demekten kendini alamadı.

Usta gazeteci Yılmaz Özdil, Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in 1958 yılında gencecik bir gazeteciyken başına gelen olayı bugünkü YouTube yayınında açıkladı.

Özdil, Büyükerşen’in ‘haberini yapmak üzere’ o sırada yeni kurulan Akşam Yüksek Ticaret Okulu’na gittiğini, Akşam Yüksek Ticaret Okulu’nun kapısında o sırada bir bekçinin gelene geçene yön gösterdiğini tasvir etti. Söz konusu olan bekçiye, Büyükerşen’in kartını uzattığını ve müdürle görüşmek istediğini söylediğini belirtti.

Bekçinin karta şöyle bir bakıp yeniden gazeteciye döndüğünü ve bu gazetecinin kim olduğunu, adını ve işini sorduğunu anlattı.

“O BEKÇİ’NİN ADI AHMET YUŞAN’DI”

Hikayenin geri kalanını Özdil şu ifadelerle anlattı:

Genç gazeteci vaziyeti anlamıştı, bekçi okuma yazma bilmiyordu. Büyükerşen haberine dâhil etmek üzere bekçinin adını not defterine kaydetti. Bekçinin adı “Ahmet Yuşan”dı.

Genç gazeteci olan Büyükerşen hem haberini yaptı hem de o haberini yaptığı okula kaydını yaptırdı. Akşam Yüksek Ticaret Okulu’nun ilk kayıtlı öğrencisi oldu. Bu mütevazi okul önce İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi oldu. Sonra üniversiteye dönüştü. Türkiye'nin en önemli üniversitelerinden biri oldu.

“AHMET YUŞAN’IN GÖZLERİ DOLDU…”

Yıllar yılları kovaladı o genç gazeteci, o okulun ilk haberini yapan genç gazeteci, o üniversitenin rektörü oldu. Gel zaman git zaman, bütün ömrü o üniversitenin kapısında geçen bekçi Ahmet Yuşa'nın yaş haddinden emekliliği geldi. Rektör bu emektarın emeğine büyük saygı duyuyordu. Dedi ki, “İstersen kal bizde.” Ahmet Yuşan’ın böyle gözleri doldu. Bir yandan da gözleri parladı. Kendisi okuyamamıştı, okuma yazma bile öğrenememiş ama onbinlerce öğrencinin üniversite diploması almış; meslek sahibi olmasına şahitlik etmişti. Bu üniversite onun hayatının anlamıydı. Büyükerşen, elini Yuşan’ın omzuna koydu ve “Kal bizimle” dedi. Yuşan, rektörlük senatosunda çalışmaya devam etti. Senato odasının anahtarını emekli bekçi Ahmet'e teslim etti. Bekçi Ahmet ölene kadar orada çalıştı. Akademisyenlerin babasıydı, öğrencilerin dedesiydi, üniversitenin adeta sembolüydü. Olmazsa olmazıydı… Son nefesini verene kadar üniversitede mesai yaptı, rahmetli oldu. Ama öyküsü bitmedi…

rss.png
(Ahmet Yuşan)

“OKUMA-YAZMA BİLMEYEN AMA HAYATINI BİLİM YUVASINA ADAYAN BEKÇİ AHMET EFENDİ ÖLÜMSÜZLEŞTİ…”

Özdil, herkesin gözlerini dolduran ve “emeğe ve emekçiye ne güzel değer verilmiş” dedirten o hikayeye şöyle devam etti:

Rektör kendi elleriyle bekçi Ahmet'in yüzünün kalıbını almıştı. Oturdu, o bekçinin büstünü yaptı. Özel tören düzenledi. Üniversitenin tüm akademik kadrosu o törende hazır bulundu. Okuma-yazma bilmeyen bekçi Ahmet'in büstünü üniversite senatosunun girişine dikti. Dünyada örneği yoktu, hala yok. Okuma-yazma bilmeyen ama hayatını bilim yuvasına adayan bekçi Ahmet Efendi işte böyle ölümsüzleşti… O rektör Mustafa Kemal aydınlanmasının vücut bulmuş hali daima ilham aldığımız rol modelimiz Profesör Yılmaz Büyükerşen’di..

hs1bust.jpg

“BEN HEPİNİZ ADINA AHMET EFENDİ'YE TEŞEKKÜR EDİYORUM”

Profesör Yılmaz Büyükerşen, okuma yazma bilmeyen bekçi Ahmet'in büstünü üniversitenin kapısına dikerken tarihi bir konuşma yaptı. “Bu kuruma” dedi, “Bu üniversiteye akademisyen ve diğer görevliler olarak hizmet edenlerin en kıdemlisi Ahmet Efendi’ye ben sizler adına profesöründen asistanına, genel sekreterinden en küçük memuruna kadar hepimizin hizmetlerinin sembolü olarak Ahmet Efendi’nin büstünü üniversitemize armağan ediyorum. Üniversiteler yalnızca yasal mevzuatla ayakta durmaz. Akademik hayatta gelenek görenek ve adetler en az yasal mevzuat kadar önem taşır. Bunu hiçbirimiz aklımızdan çıkarmamalıyız… Ben hepiniz adına Ahmet Efendi'ye teşekkür ediyorum, Ahmet Efendi'nin şahsında da hepinize teşekkür ediyorum…”

Özdil bu hikayeyi anlattıktan sonra bu konuşmayı “Gerçekten insanın tüylerini diken diken eden, gözlerini yaşartan, olağanüstü saygın bir tavır, olağanüstü duygusal bir konuşmaydı” diyerek tanımladı.

Yaşanan hikayenin ise insana güvenmek, görev aşkına, emeğe, gelenek ve göreneğe, liyakata ve saygıya dair en iyi örnek olduğunu aktardı.

Özdil bu hikaye sonrasında Prof. Yılmaz Büyükerşen’in Anadolu rektörlüğüyken Bülent Ecevit'in ricası ve isteği ile siyasete girdiğini belirtti.

İlgili Haberler