Yılmaz Özdil'i neden yedirmeyiz? Korkma Yılmaz arkanda dağ gibi Yeniçağ var. Medyanın Nöbetçi Sicil Amiri

Yılmaz Özdil'i neden yedirmeyiz? Korkma Yılmaz arkanda dağ gibi Yeniçağ var. Medyanın Nöbetçi Sicil Amiri

Yılmaz Özdil’i linç girişimi devam ediyor.
Ne yaptı Yılmaz Özdil?
Gazetecilik refleksiyle sosyal medyadan önüne düşen bir fotoğrafa yorum yazdı.
Hepsi bu…
Sen misin bunu yapan.
Beş koldan Yılmaz Özdil’i yok etme girişimi de anında başladı.
Yılmaz Özdil beş kolda pusuda bekleyenler için zaten bir hedefti.
Anında taarruza başladılar…
İşin farkında olmayan ergen sosyal medyacılar da beşinci kolcuların yarattığı dalganın üstüne çıkınca ortaya ''linç tsunamisi'' çıktı...
Sonra,
sonra ne acıdır ki Yılmaz Özdil, kendini savunmak için bir tam sayfa yazı yazmak zorunda kaldı.
Oysa bütün televizyoncular bilir ki, bu görüntüler TV’lerin namusu sayılan ve adına reji denilen yerde seçilir.
Stüdyodaki bir yayın en az 3 kamera ile çekilir. Orta halli bir TV’de bile STD’lerinde 3 kamera bir eski adı ile parmak kamera, (Tepe kamarası) varsa derinlik sağlamış için de Jimmy Jib denilen ve STD’nin derinliğini 3 hatta 4 katına çıkartan hareketli kameralar vardı.
Eder sana 5 kamera.
Bu, basit bir odadaki (STD) kaliteli yayın içindir.
Yani yönetmenin önüne en az 5 monitöre bu görüntüler düşer yayın çıkışı için.
Şayet bir maç yayını ise bu 12, 14, 16 hatta 24 kamera ve fazlasına kadar çıkar.
Yönetmenin hemen yanında oturan ve televizyoncuların ''Resim Seçici'' diye adlandırdığı kritik görev yapan bir kişi vardır.
Yönetmenden gelen ve genellikle, dikkatlerden kaçmasın diye parmak şaklatarak verdiği “Kamera 6, kamera 9, kamera 3, kamera 1” gibi komutları o parmak şaklatmalarından aldığı dikkatle önündeki resim seçme butonlarına basarak istenilen resmi (Yani görüntüyü) çıkışa, yine yani ‘Yayına’ verir.
Yayına verilen görüntünün geri dönüşü yoktur.
Bu teknik bir bilgidir.
Görüntü içeriğinin yayına verilip verilmemesinin önemi, kalitesi, kirliliği veya temiz olup olmadığı tamamen yönetme bağlıdır.
Seçilen görüntü yayına çıktıktan sonra olanlar olmuştur bir kez.
Geri dönüşü yoktur.

Paplo Neruda’nın şiirlerini kendi yazmış gibi, 

aşık olduğu kadını tava getirmek için kullanan postacının dediği gibi,
Şiir yazıldıktan sonra yazana değil lazım olana aittir…
xxxx
Elbette ‘Yönetmen seçmeseydi bir kere’ diyerek de bu paylaşımı yapanın paklanamaz.
Elbette eleştirilir ama linç edilemez.
Tıpkı, Erdoğan’ın konuşurken uyuduğu görüntülerin yayına verilmesi gibi...
beşinci kolcular neyse de tarafgillere sormak lazım;
Erdoğan’ın uyurken görüntülerin paylaşmak etik de
iş sizin tutuğunuz tarafa gelince mi ayağa kalkarsınız?
Sizin ötekilerden ne farkınız var?
‘Suçlu kendinden olunca suçsuzdur’ diyen o zihniyetten ne farkınız var o zaman?
Cumhurbaşkanı’nın o görüntülerinde de ayağa kalkacaktınız…
Buna iki yüzlülük denmez de ne denir acaba?!
xxxx
Bunda yönetmenin de suçu yoktur.
Yönetmen resim yapması için kameramanlara komut verir.
İyi resim yapın bana der!
Aynı görüntü dakikalarca ekrana verilmez.
Şayet ekranda aynı görüntü varsa yönetmen işe hareketlilik katmak için diğer kamaralardan görüntü arar. Bulduğunda da ona “keser yayını”…
Bu durumda hiç kimse yönetmeni de çöpe atamaz, suçlayamaz…
düşünsenize ekranda dakikalarca İngilizce konuşan biri üstüne simultane çeviri yapılıyor.
Ve yayın cızırtılı ne dediği anlaşılmıyor.
Hal böyle iken yönetmen elbette ki yayını seyredilebilir kılmak için çeşitli arayışlara girmek zorundadır.
Bunun tek yolu da o an için değişik bir resmi ekrana vermektir…
Yönetmen de bunu yapmıştır.

Yapmasa müdürleri ve diğer yönetmen arkadaşları ‘Yönetmenlik rütbesinden şüphe'' etmeye başlarlar.
Burada sorulması gereken soru ‘O görüntüyü bilerek mi seçti?’ sorusudur...
xxxx
Burada suçlanması gereken Kılıçdaroğlu’nun eşinin hasta hasta oraya kimin getirdiğidir.
Hadi o, eşini yalnız bırakmadı geldi.
Saygıya değer bir davranıştır bu.
Peki bu berbat yayın akışını kim belirledi?!
İşte asıl sorulması gereken soru budur?
Akışın başında simultane çeviri ile dakikalarca cızırtılı yayın kimin aklının esiridir?!
Söyleyin bize kim seyreder böyle bir programı..!!
Her fırsatta liyakat liyakat diyeceksiniz ama siz,
liyakat düzeyleri programladıkları toplantı akışıyla ortada olan insanlarla insanların karşısına çıkacaksınız…
Atatürk’e hakaret eden,
Türk Ordusu’na iftira atan insanları etrafınıza toplayacaksınız liyakat diyeceksiniz ha…
Hadi oradan peynir gemisi geliyor bak..!
Bu yüzden,
ne Yılmaz Özdil’i ne de Yılmaz Özdil gibileri size yedirmeyiz…
Yiyemezsiniz…
Tartışılması gereken liderin etrafındaki liyakatsiz insanlar olmadır.
Sonra,
Yılmaz Özdil gazetecidir, dürüst ve cesur bir habercidir…
Bugüne kadar bir yamuğunu görmedik..
Atılan iftiraları biliyoruz ama..
Çünkü biz Bab-ı Ali’de 40 kişiyiz birbirimiz biliriz…
Yani gazetecidir.
xxxx
Ne yapmıştır Yılmaz Özdil?
Kısaca hatırlayalım…
Türk Ordusu’nun kahraman subayları iftira ile içeri atılıp hapislerde ölüme gönderilirken,
Yılmaz Özdil onları cezaevinde ziyaret eden biridir…
Türk subayı olmanın neredeyse bir suçmuş gibi gösterildiği o alçak yılları hatırlayın lütfen…
Ne yapmış yani Yılmaz Özdil suç mu işlemiş...
Kimsenin maçasının yemediği o yıllarda o askerlere sahip çıktığı için midir bu intikam saldırısı…
Ne yapmış Yılmaz Özdil, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün adının her yerden silinmeye çalışıldığı yıllarda…
O olmasaydı çökecek olan ve Çanakkale’yi Geçilmez Çanakkale yapan Çanakkale Direnişi’nin büyük kahramanı Anafartalar Grup Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in adının bile anılmadığı Çanakkale günlerinde..
Oysa o zaferden sonra Yarbay Mustafa Kemal generalliğe (Paşa) terfi ettirilmiştir.
Bu ülkenin kurucusu Atatürk ve kahraman silah arkadaşı İsmet İnönü için “İki sarhoş” denildiği günlerde,
Büyük Önder’in gençliğin gönlünden silinmek istendiği o karanlık günleri hatırlayın…
Hatırlayın, Kadıköy’de Atatürk’lü Türk bayrağı satan kişilerin gözaltına alındığı yılları..
İstiklal Marşı’nın kaldırılmasını isteyen hainlerin kol gezdiği günleri…
Hatırlayın, Atatürk’ü ve onu savunan insanların gazete manşetlerinde ‘vurulduğu’,
savcıların, hakimlerin, polislerin o insanların peşinde olduğu yılları…
Yılmaz Özdil o karanlık günlerde Atatürk kitabı yazarak, bilmem kaç tanesini köy okullarını göndererek Atatürk’ü gençlerle, çocuklarla buluşturmaya çalışmıştır…
Bedel ödeme pahasına…

Tıpkı büyük şair Attila İlhan’ın dediği gibi,

O sözler ki kalbimizin üstünde
Dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
Uğrunda asılırız…

diyerek birçok kişinin masanın arkasına saklandığı yıllarda Kuva-yi Milliye ruhunu saçmıştır etrafa…
xxxx
Şimdilerde Atatürkçü olan pervaneden bile hızlı dönen liboşlar Yılmaz Özdil''i yiyemez yedirmeyiz…

Yaşasın Bağımsız Milliyetçi Atatürk’ün ülkesi Büyük Türkiye Cumhuriyeti…
Yaşasın Bağımsız özgür haberler…

En Kalbi Muhabbetlerimle…
OC kaçar anam babam…
Ben CAN; Orhan Can…

İmza
Medyanın Nöbetçi Sicil Amiri ile
Spor Medyası’nın Sicil Amiri

İlgili Haberler